Merhaba arkadaşlar,
Geçen hafta da anlattığım üzere 2. Aşılamadan sonra çok yorulduğumu hissediyordum. Biraz ara vermek hem psikolojik olarak hem de maddi olarak rahatlatacaktı beni.
Geçirdiğim süreçlerde en sık düşündüğüm şey şuydu: herkes sıcacık yatağında kavuşurken bebeğine, ben neden sabah ayazlarında hastane yollarına düşmek zorundayım… Yıllarca bu sorunun peşinden dolandım durdum. Evlenen herkesin bir süre sonra hamilelik haberini alıyordum. Artık o kişiler bana üstün yeteneklerle donatılmış, özel kişiler gibi geliyordu. Arkadaşlarım, akraba çevresinden akranlarım bir taneyi büyütmüştü hatta bazıları ikinci tura geçmişler, ikinciyi büyütüyorlardı. Bazen arkadaşlarımızla bir araya geldiğimizde fark ediyorduk ki evli olanların ya kucağında ya da karnındaydı bebekleri. Ben ve henüz evlenmemiş, biyolojik saatin acımasızlığından dolayı da biraz endişeli birkaç arkadaşım esprisini yapıyorduk, biz de ruhumuzda, kalbimizde taşıyoruz bebeğimizi diye. Şakası bir yana herkesin kucağında taşıdığı bebeği ruhumda hatta bazen sırtımda bir yük gibi taşıyordum. Nereye gitsem peşimi bırakmayan ağır bir yük gibi…
Unutmaya çalışsan da unutturulmayan, hafife almaya çalışsan da ciddiyeti sürekli yüzüne vurulan bir gerçektir çocuksuzluk… Öyle ki; birkaç annenin bir araya gelip ettiği sohbete dâhil olamazsın, bir şey anlatmaya kalksan, sözlerin çocuk kaprisleriyle ya da ansızın aşka gelen annenin çocuğunu abartılı sevme efektleriyle kesilir. Kazara bir muhabbet kurulduysa ve sıra çocuklardan geçip sana geldiyse, senin ne kadar rahat(!) olduğundan dem vurulur. Rahata alışkın olduğundan çocuğun olursa depresyona gireceğin ön görülür. “Olsun da gör” havasından türküler tehditkâr bir edayla söylenir.
Aslında sen hayatının diğer alanlarında gayet mutlusundur, bu konu canını sıksa da hayattan tat almanın bir yolunu bulmuşsundur. Eşinle aran süperdir. Rahatça gezer-tozar, film izler, tiyatroya gider, kitap okur, seyahate çıkarsın. Ama sen süper mutluyken biri çıkar der ki, “Çocukla gezmenin de tadı başka ama…“ ya da “Çocuğun olunca gezemezsin şimdi gez bari” (yine tehdit edercesine konuşuyor.) Hatta dahası eşinle mutlu, musmutluyken biri çıkıp “Çocuk doğuramadığı için kocası tarafından terk edilen kadının hikâyesini” anlatır. Dünyan başına yıkılır.
Bütün bunlara rağmen delirmedikleri için infertilite ile mücadele eden kadınları kahraman olarak görmek çok da abartılı olmaz herhalde.
Bu yüklerin üzerine bir de tedavi stresi eklenince aşırı yüklemeden sistemim hata veriyordu. Ağlama krizleri, stres nöbetleri, gereksiz tartışmalara sebep olma gibi şeyler çıkıyordu ortaya. Bütün bunlardan kaçmak için yaklaşık 10 aylık bir ara verdim. Moralim çok iyi değildi. Biraz kendimi dinlemem, toplamam gerekiyordu. Bu süre içinde başka şeylerle uğraştım, farklı ortamlar edindim, gençlerle vakit geçirmemi mümkün kılacak bazı meşguliyetlerim oldu. Bunlar bana gerçekten de iyi geldi.
Zaman geçiyordu, bir aşılama daha yapmam gerektiği kafamda dönüp duruyordu. Belki de bunun stresiyle dengem alt üst olmuştu. Adet düzensizliğim had safhadaydı. Kilo almam yine hızlanmıştı. Sivilceler, saçlarımın eski halinden eser kalmaması vs. hepsi ayrı bir moral bozucu etkendi.
Her ay âdetim gecikiyordu. Hatta bazı aylar 50 günü buluyordu döngüm. Yine bu aylardan birinde doktora gitmek zorunda kalmıştım. Çünkü âdetim gelecek gibi değildi ve ne yapacağımı da bilmiyordum. Doktor prosedür gereği kanda gebelik testi yapmadan adet söktürücü denilen ilaçtan veremiyordu. Mecburen kan vermem gerekiyordu. Kan alınan yere gittim. Sonucunu bildiğim, sadece prosedür gereği yapılan bir tahlil için tam 6 yerimden kan almaya çalıştılar. Damarlarım ince ve derinde olduğundanmış, damar bulmakta zorlanan hemşirelerden biri iğneyi etimin içinde gezdiriyordu. Nihayet altıncı denemede kan çıktı. Ben hem canımın acısından, hem de sonucu belli bir tahlil için bunlara katlanmak zorunda olduğumdan ağlamanın eşiğindeydim. İki kolum dirseğe kadar sıyrık her birinde 3 pamuk, hemşire bastır dedi, nereye nasıl bastırsam diye düşünerek koridorun en başında duran acil durum sedyesine oturdum. Tam salıverecektim gözyaşlarımı bir de baktım ki korku dolu bir yüzle beni izleyen bir çocuk var. Göz göze geldik. Ağlarsam ağlayacaktı. Ağlamadım. Ama o gün, bende çok şey değişti.
Bu olaydan 3 yıl sonra hacamat yaptırmak için bir kadınla görüştüm. Biraz tedirgindim. Kadın omuzlarıma kupaları koyduktan sonra beni rahatlatmak için karşıma geçip sohbet etmeye başladı. “Canın acıyor mu?” diye sordu. Ona sadece “hayır” dedim. Ama aslında cevabım şuydu : “Eski Dilek olsam acırdı. Ama o Dilek, sonucunu bildiği gebelik testi için 6 yeri delindiği gün öldü. Bu yeni Dilek’in canı o kadar tatlı değil…”
Zaman geçiyordu, ben değişiyordum. Üzüntüm hiç azalmıyor, ama telaşım gittikçe azalıyordu. Artık evde oturup kendime acımıyordum. Hüzünlenince dışarı atıyordum kendimi, ders verdiğim öğrencilerim, birlikte yıllarımı geçirdiğim bazen üzülüp bazen eğlendiğim arkadaşlarım, ailem, sevmek ve sevilmek için yaratılmışçasına sevgi dolu minik yeğenim, çok sevdiğim ve bana en çok güç veren kişi eşim… Hayatımda olmalarından çok mutlu olduğum kişilerdi hepsi. Olmayanın peşinden koşarken olanları ihmal ettiğimi fark edip onlara da zaman ayırmaya çalışıyordum. Bunlar beni daha güçlü yapıyordu.
Zamanımı daha iyi geçirmeye, belki çocuğum olursa yapamayacağım ya da zor yapacağım şeyleri yapmaya çalışıyordum artık. Daha fazla kitap okumak, daha fazla film seyretmek, arkadaşlarla daha fazla zaman geçirmek, hafta sonları eşimle baş başa uzun yürüyüşler gibi. O nereye gidersem gideyim peşimi bırakmayan ağır yük sırtımdaydı hala ama artık ona rağmen yaşamayı ve mutlu olmayı öğrenmeye başlıyordum.
Yaklaşık dokuz ay sonra yeniden başlamaya güç bulduğumdan biraz da yaşımın iyice ilerlemiş olmasından endişe ederek yine rapor peşinde koşmaya başladım. Koşuşturmayla geçen rapor sürecinin ardından 3. ve son aşılama için yine kolları sıvamıştım.
Gelecek hafta yeniden görüşene kadar mutlu kalın…
Dilek
- Evde Cilt Bakımı - 10/31/2017
- Çocuğumun Bağışıklık Sistemini Nasıl Güçlendiririm? - 10/23/2017
- Çocuğun Şiddet Eğilimlerini Nasıl Yok Edebiliriz? - 10/10/2017
offf ancak bu kadar güzel anlatılan ve çuk diye herşeyin yerli yerince anlatıldığı bir yazı olur. İşte tüm bunlar yüzünden doktora gidemiyor, sorunu görmezlikten gelip başka şeylere sarılıyorum, ancak nafile eksiklik her geçen gün daha da artıp biyolojik saat 31'e dayanıyor. Halbuki ben bunun hep çok kolay olduğunu düşünürdüm, insanlar aşık olup evlenirler, tutkuyla sevişirler sonra bir bebişkoları olur, mutlu mesut yaşarlar….hiçte öyle olmadı, bir bebişko gelmedi. Hala umudum var mı deli miyim neyim ama sonuna kadar var. Bir gün doğru zamanda kucağımıza bir pamuk tanesi konacak. Sevgilerimle…
evet herkesin hayatı normal devam ederken bizde bir şeylerin ters gitmesi sinir bozucu. ama eğer böyle bir hakkım varsa sana bir tavsiyede bulunayım, sorunu görmezden gelme, doktora git, bir sorunun olup olmadığını öğren. eğer kolayca tedavi edilebilecek bir sorunsa yıl kaybettiğine çok üzülürsün sonradan. çünkü her yıl önemli biliyorsun.
allah yardımcın olsun. hepimize aşkımızın meyvesini kucaklamayı nasip etsin.
heyy Dilekcim inşallah doğru bir doktorla ve insanlarla bu yola biran önce çıkacağız. İstanbul'da önerebileceğin doktor ve merkez var mı? Konuyla ilgili araştırıyorum ancak kafam karışık, etraf yamyam dolu, oldukça hoyrat durum ve davranışlar söz konusu. İsteyen herkesin Allah hayırlısıyla kuzucuklarını kucağına almayı nasip etsin. Öptm knd ii bak tatlım
buradan merkez ismi vermem sorun olur mu bilmiyorum. öğreneyim cevap yazacağım inşallah.
ben bahçeci kliniği umut tüp bebek merkezinde(koşuyolu) gördüm tüp bebek tedavisini. memnun kaldım. ayrıca sgk
anlaşması da var. bu da bir artı bana göre. bahçeci'nin fulya da da bir merkezi var, fiyat olarak daha yüksek ama hasta memnuniyeti yüksek.
memorial hastanesinin ve alman hastanesinn tüp bebek bölümleri de iyi diye biliyorum.
o sedyede bir anda oturan benmişim gibi hissettim,ne kadar güzel anlatmışssın.. artık sana dua eden biri daha var dilek..
teşekkür ederim duygu. bu kadar çok dua eden kişinin olması çok güzel. 🙂