Anasayfa / BYBO / Yapım / Doğum Hikayeleri / Züleyha’nın Doğal Doğum Hikayesi

Züleyha’nın Doğal Doğum Hikayesi

Doğuracaktım. 

Bir şey gibi, bir yerde ama… Huzurla, sükunetle, kararlılık ve teslimiyetle ama ne gibi? Nasıl?
Sadece bana ait olan, kendimi mükemmel hissettiğim o yer neresiydi? Neresi evladıma kavuşmak için en temiz, en masum ve en “sadece bizim için”di? 

Doğumdan sonra fark ettim. O zamana kadar meditasyonlarımda zihnimi salıverdiğim, olmak istediğim yerin sadece bir sahil kenarı olduğunu sanıyordum. Ve tabii ki tam anlamıyla bırakamıyordum kendimi.
Doğumdan sonra buldum. Doğumumdan sonra.

Ben bir ceylan gibi doğurmalıydım. Issız, yemyeşil, yüksek ağaçların olduğu, bol kuş sesli, ferah bir ormanda. Bilincimin altı hep bunu beslemiş, belki üstünde olsa bu kadar benimseyemeyecektim. 

38. haftanın başında bir sabah, uyandığımda karnımı boş hissettim. Elimi attığımda sanki orada değildi. Uyku mahmurluğu çocuğu yatağa bıraktım sandım, can havliyle yorganı açıp aradım bir de. Ne büyük korku! Midemin üstü tamamen boşalmıştı. İşte o hep bahsedilen “Aşağı inme” sanırım o. Birkaç gün o rahatlıkla geçti. Bir iki hafta sonra bekliyordum ben onu ama içten içe de çağırıyor olacaktım ki, sürekli nişanım gelmiş mi diye kontrol ediyordum. “Hadi gel, hadi patla suyum!” (Gazoz çünkü). “Yok yok, gelme. Bir iki hafta daha kalsın.” 

6 Ocak’ta, son kontrollerimden birinin olacağı o günde biraz farklı hissediyordum. Kahvaltıda anneme “Biz hazırız sanırım. Galiba geliyor.” dedim. Belimde ve karın bölgemde hafif regl hissettirisi (Artık hiçbir şeye ağrı, acı ve sancı demek içimden gelmiyor) vardı. Kahvaltıdan sonra fark ettim ki o soluksuz beklediğim nişan gelmiş. Kendimi banyodan dışarı attım. Çok mutlu, heyecanlı ve sabırsızdım. İçimde hiç korku yoktu.
Soluğu doktorumda aldım. “Nasılsınız, iyiyim sen nasılsın, iyiyim!” faslını zor tamamladım ve müjde verir gibi “NİŞANIM GELDİ!” dedim. Biliyordum, bu hemen bebeğin geleceği anlamına gelmiyordu. Ama ben istiyordum ki bir iki saate kucağımda olsun. 

Muayene sonunda canım doktorum bebeğin başına dokunabildiğini söyledi. O zamana kadar bana ne çatı muayenesi, ne de benzer bir “işlem” uygulamamıştı. Bu muayene şekli benim için ilkti ve “Seni bir daha buraya çıkarmayacağım, merak etme. Sabırla bekleyeceğiz. Hatta eve git, gerekirse ben gelirim.” Yıllardır aradığım doktor!
O gün ihtiyacım olan ilk şey oydu. Eve gelmek. Evde beklemek.
Son muayenemin en tatlı anısı gelen dalgaların ne, nasıl olduğunu bilmememdi. Ultrasonla bakarken tesadüfen olması ve “Bu nedir? Bebek bunu neden yapıyor?” diye sormamla birlikte anlaşıldı ki, ben günlerdir hatta haftalardır beni doğuma hazırlayan bu dalgaları bebek kendini bir yere dayıyor ya da geriniyor zannedip “o etki”yi hafifletmek için derin nefes çalışmaları yapıyormuşum.
Ah canını sevdiğim içgüdülerim! 

Ayrılırken dalgalarım 15 dakikadan aşağı düşerse doulamı/ebemi eve çağırmamı söyledi doktorum. Saat sabah on bir gibiydi. Eve gelip duş aldıktan, biraz dolandıktan, pilates topunda debelendikten sonra saat dörde gelirken biraz da uyumuştum. Dalgalarımı kontrol etmek istedim ama arası 15 dakikadan çoğu fazlası ki! Yine ben bir şeyleri yanlış yapıyorum aklıyla onu da takip etmeyi bıraktım. Yanlış değilmişim ama.

Akşama doğru doulam geldi. Birkaç saat sonra ilk muayenede açıklığım bir cm’di. Hafif bir şeyler yedim, rahmime güç verecek çaylar içtim, buhar banyosu yaptım, bol bol sohbet ettik, hatta dedikodu yaptık. Benim yine fark etmediğim bazı dalgaları doulam tutuyordu. Saat gece yarısına gelirken sanki fazlaca bir regl etkisi, birkaç duş daha, sıklaşan dalgalar…

Loş ışık, hafif bir müzik, mumlar, kokulu yağlarla masaj… Kendimi iyi hissediyordum. Her birinin bana Luna’yı getireceğini bildiğimden dalgaların sıklaşmasını dileyecek kadar hazırdım her şeye. Doulam sık sık doktorumla konuşuyordu, her şey yolundaydı. Sadece beni ve bebeğimi bekleyeceklerdi. Biz iyiydik. 

Hormonların etkisiyle biraz da sarhoşlaşmaya başlamıştım. Saatlerin nasıl geçtiğini fark etmiyordum. İkinci muayenede açıklığım 2 cm. olmuştu. Bu benim için endişe vericiydi. Ya açılmazsam? Hissettiğim ilk olumsuzluk oydu. Dua ettim.

Dalgalarım sabah üçe doğru sanırım 5 dakikadan aşağı düşmüştü. Evde bulduğum her duvarda bacaklarımı açma egzersizleri yapıyordum, derin nefeslerimi uzun “Hııııh…”larla bırakıyordum ve iyiydim. Ama eminim o “Hııııh…”lamalar evimizin tüm duvarlarına sindi. Ben bebeğimi bu evde; bu halıların üzerinde, bu kanepelerde, bu duvarlara dayanarak bekledim.
Burası benim için artık dünyanın en sıcak, en tatlı, en renkli, en mutlu evi… Annem sürekli dua ediyor, gücümü takdir eden bakışlarla ve ara ara “Yavrum…” diyordu. Herkes kendi yavrusunun derdindeydi zaar. Üzgündü. Ben onu teselli etmeye çalışıyordum. “İyiyim, vallahi iyiyim… Sen üzülme anneciğim. Luna da iyi.” 

O sarhoşluk haliyle evde hatırladığım kedimin gözünü benden hiç ayırmaması, ara ara yaklaşıp sürtünmesi, benim acı çekmeme hiç dayanamayacak -ve bunun için 9 ay boyunca doğuma girmeyi istemeyen- kocamın kendini telefonuyla oyalaması, doulam bal Neslihan’ın her dalgamda tetikte olması, masajları, sarılması, hoş kokular koklatması, dans etmemiz…

Artık vücudum hazırdı. Hissediyordum. Saat beşe geliyordu. Son muayenede açıklığım 5 cm’di. Duşa girmek istiyordum. Herkes hastaneye gitmek için gözümün içine bakıyordu. İnatlaşmanın anlamı olmadığını anladım, hastaneye doğru yola çıktık. Zaten evle arası beş dakika… Benim de “Çok soğuk bir kış günü, doğuma giderken…” diye anlatacağım bir öyküm oldu. Ne beter! Her taraf buz, merdivenler jilet gibi, insanı yakan bir soğuk, günün en soğuk saatleri. Adrenalinden zangır zangır titreyen ben. Beşi çeyrek geçe doğumhanedeymişim.
Geceliğimi giydim. O çirkin doğum elbisesi değil, evden götürdüğüm yeşil geceliğim. 

– Damar yolu açalım.
Elimi hazırlıyordu hemşire. 
– Ne için? 
– Gerekirse… 
– Açmayalım. Gerekmeyecek. 
– Peki. 

Bir kez de hastanedeki tatlı ebe Sümeyra muayene etti. 8 cm. olmuştum, evden hastaneye gelene kadar o beş dakikalık yolda. Neslihan ve Sümeyra benim için sadece huzur sağlıyorlardı. Başka hiçbir müdahaleleri olmadı. Beni sessizlikle beklediler. Dinlediler. Dokundular. Masaj yaptılar yine. Çok az kaldığını hissediyordum. Doktorum yoldaydı, geliyordu. Ama ben kendimi hiç çaresiz ve yalnız hissetmiyordum. Hissettirmiyorlardı.

Dalgalarım sanırım 2 dakikadan aşağı inmişti. Sesim biraz yüksek çıkıyordu artık. O “Hıııh…”lar benim zırhım olmuştu ve çok işe yarıyordu. Hissettiğim sancı, ağrı ya da acı değildi o an. Başka bir şey! Anlayamıyorum, anlatamıyorum da.

Doktorum geldi. Bir doğumda en önemli şeyin doğum ekibiyle olan iletişim olduğundan artık eminim. İhtiyacım olan şeyleri ben söylemeden, talep etmeden bana hatırlatan hatta “Hadi şöyle yapalım!” diyerek beni, benim için en doğru kanala yönlendiren harika bir ekip! Bir kez bile “Ne olacak?” tedirginliği yaşamadım. Onlar da bana bir kez bile direktif vermediler. Her şey bana; bedenime ve kızıma kalmıştı. 

Doğum masasındaydım. Doktorumun o sıcacık el bana nasıl huzur verdi. Kolumu sıvazladı ve “Seni buradan alalım hadi!” dedi. İnmek istiyordum hemen. Ben söylemeden bir diğer arzumu da fark etmişti sanırım. “Yere diz çökmek ister misin?”
Nasıl isterdim hem de!

Artık sesim biraz yüksek çıkıyordu. Hala korkmamaya çalışıyordum. “Korkarsan acı çekersin, korkma. Artık sadece açılacak tek bir kapın var. Açılacak ve çıkacaksın. Birlikte çıkacaksınız. Birlikte çıkalım Luna.” 

“Eşin gelsin mi doğuma?” dedi doktorum Güneş Hanım. Çok istiyordum. Ama sanki daha çok kırgınlık hissediyordum. Benimle olmalıydı. Gelmiyordu. “Gelmesin!” dedim. Sanırım “Başıma ne geldiyse onun yüzünden geldi.” diye de şaka yaptım bir de güya. İlk hamile şakası oydu aklıma gelen. Tek bir ilaç bile almadan dahi nasıl sarhoşum! En ağır ağrı kesiciler bile insanın vücudunda gizliymiş. Arayıp bulmak lazımmış.
Başıma gelen en güzel şey onun sayesinde geldi evet. Ona olan aşkım ve bana gelmesine vesile olduğu baldan kızım…

Dizlerimin üstünde doulamın ellerini tutuyordum. Ellerine sarılmıştım hatta. “Mesut içeri gelmek istiyor” la gücüm yeniden toplandı. Neslihan’ın yerini o aldı.
Şimdi gerçekten hazırdım.
Hadi yapalım! 

Kimse ıkın demedi. “Hadi” demediler.
Beni beklediler. Bebeğimi beklediler. O an sordukları bazı sorular çok saçma gelmişti. “Kakan geldi mi?” mesela. Ne yapacaksınız kakamı? Sonraki on dakikada şöyle yükselmişti sesim. “Kakam geldiii! Birden geldi! Tuvalete gideyim, yapıcam buraya! Yapmayayım! Tuvalete gideyim! Ikınmak da istiyorum. Kakam!”

“Masaya alalım.”
Ne masası, kakam geldi benim! Çocuk gibi “Kakam da kakam…” Kaka maka değildi. Geliyordu. Sanırım bütün çıkış yollarım bana tamam olduğumu, bunun son aşama olduğunu bildiriyordu.

“Ikınmak istiyorsan dalgaların geldiğinde ıkın. Diğer zamanlarda ıkınman gereksiz olur.”

Sadece bu. Bağıran, çağıran, “Hadi!”leyen, elimi uzattığımda boş bırakan kimse olmadı. Odada beş kişi vardı. Arada sırada sadece bir ikisinin fısıltısını duyuyordum. “Yap” ya da “yapma” dedikleri her şey bana güç ve hız verdi. 24 saate yakın bir bekleme süresinden sonra “Bu son defada kucağında olacak, dalganı bekle ve devam et.” şifa gibi geldi. 

Şifam geldi sonra. Bir anda kucağımdaydı. Her şey o an bitti. Dünya durdu. Ben anlamadım. Sürekli “Merhaba, bu ne ya, Lunaa! Seni çok özledim, Mesut baksana!”dan başka şey söyleyemiyordum. “Luna, seni çok seviyorum. Çok!”

Hamileliğim boyunca çektiğim bütün sıkıntılar bir anda bitti, gitti. 

Hep hayal ettiğim gibi keşkesiz, kuşkusuz, korkusuz, bana göre ağrısız bir doğum yaptım. Evde doğurmuş gibi. Tek bir ilaçsız, vücuduma hiçbir itekleme olmadan. Bir şey hariç. Epizyotomi değil ama bazı fiziksel özelliklerimin sonucunda kazandığım dikişlerim var. Yemin etsem başım ağrımaz, adeta yırttım kendimi. Mecazen değil ha! Bu benim doğumumun tek müdahalesi oldu. Bir iğne, bir iplik.
Merak eden vardır değil mi? “Tek bir avaz mı? Avaz ne oldu, avaz?”
Evet. Sesim çıktı o son anda. Ama o kadar dikişi de boşuna yemedik! Yine de “avaz” demeyelim ama. 🙂 

Ceylan gibi doğurdum bence.
Orman çok güzeldi.

Odama çıkarken ben o tekerlekli sandalyeye de oturmazdım ama “Musa Musa da, o kadar uzun boylu Musa değil.” dedim.

Herkese benimki gibi tatlı, huzurlu, neşeli, mutlu bir doğum diler; hepinizi nasıl öperim! Yeşil çorabımın üzerindeki terlikler de hastanedeki yakınlarıma ince bir sitemdir. Umarım bunu anlarlar. (Çantama koyduğum terliği indirmemişler bile panikten. Oysa ki ne güzeldi, mor mor!) 

Sevgiler, 

Züleyha

Züleyha’nın Bebek Yapım Günlüğü
Züleyha’nın Hamilelik Günlüğü

Diğer Paylaşım

Ahu’nun İkinci Doğal Doğum Hikayesi

Sevgili Duru, Seninle maceramız 17 şubat 2017’de başladı. Reglim sadece iki gün gecikmişti ama ben …

8 Yorum

  1. Kalemine sağlık, ne de güzel yazmışsın.
    Umarım "ya açılamazsam" korkusunu benden almamışsındır 😀

  2. Züleyha bayıldım okurken doğum hikayene. Çok da imrendim. Ben malesef bu güveni gösteremedim vücuduma ve suni sancıyla zorla yerinden yurdundan etmeye çalıştım oğlumu. Sonuç: Sezaryen 🙁 Şimdi akıllandım. Bir daha hamile kalırsam mutlaka en başından hem ssvd yi destekleyen hem de vücuduma benim kadar güvenen bir doula ve doktorla çalışacağım ve seninki kadar doğal bir doğum ollması için dua edeceğim:)

  3. Züleyha ne şahane bir kadınsın sen..
    Bebegin gelirken ormanin serinliğinde kus seslerini ben de duydum, oynayan ceylanları ben de gordum..

    Sihirli, masal tadında nefis bir karşılama olmuş. Hosgeldin Luna, hosgeldin tatlım.:)
    Birlikte hep sihirli mutlu ışıklı oyunlarınız olsun bir değil en güzelinden bin ömür sağlık ve neşe diliyorum size. Opuyorum 🙂

Leave a Reply