Anasayfa / Yazarlar / Aysuda Kölemen / Alman Bir Annenin Tecrübeleri

Alman Bir Annenin Tecrübeleri

Annelik evrensel bir kavram desek de kültürden kültüre çok farklılık gösterdiğini biliyoruz. Türkiye’de anne olmayı çok iyi biliyoruz, peki başka ülkelerde? Ben bu yazıda Almanya’dan çalışan, orta sınıf, evli bir kadının annelik deneyimini sizlere aktarmak istiyorum. Adı İnes. İnes bir hemşire ve 3 çocuk annesi: 8 yaşında bir oğlu, 5 ve 3 yaşlarında 2 kızı var. Eşi Tomas ise bir fizyoterapist-osteopat. İnes 2 saat boyunca sorularımı samimiyetle yanıtlıyor. Almanya’da anne olmayı ondan anlamaya çalışıyorum. Tabi Almanya’da milyonlarca anne olduğunu ve hepsinin deneyiminin birbirinden farklı olduğunu akıldan çıkarmamak gerekiyor. Sizlere sohbetimizden en ilginizi çekeceğini düşündüğüm noktaları aktarıyorum. 

İnes sıradan bir gününü anlatıyor. Saat 6’da kalkıyor, çocukların kahvaltısını hazırlayıp 15 dakika uzaklıktaki bir kasaba işe gidiyor. Eşi daha sonra çocuklarla kalkıp, onları hazırlayıp kreş ve okullarına bırakıyor. Oradan o da yine yakın bir kasabadaki muayenehanesine gidiyor. İnes saat üçte işinde çıkıp, çocukları okullarından alıyor. Hemen parka gidiyorlar. Soğuk, yağmurlu, camurlu, karlı önemli değil, istisnasız her gün okuldan çıkıp doğrudan parka gidiyorlar. İnes çocukların her gün saatlerce dışarda oynamasının çok önemli olduğunu düşünüyor. Kuzeylilerin hep dediği gibi, “kötü hava yoktur, kötü kıyafet vardır” diyor. Parka 2.5-3 saat oynadıktan sonra eve geliyor, yemeklerini yiyip saat 7 civarında yatıyorlar.
Peki ne yiyor bu çocuklar? Sabah sütlü yulaf ezmesi yiyorlar (içine kuru/taze meyva ve fındık, çekirdek karıştırır Almanlar genellikle), öğle yemeğini okulda yiyorlar. Kreşte yemek var, okula İnes yemek gönderiyor. Her gün biraz sebze yemelerine özen gösteriyor İnes. Evde olduğu günler yemekleri kendi hazırlıyor. Bahçesinden topladığı havuçları, biberleri çiğ olarak doğruyor mesela. Ayrıca karbonhidrat ve proteini de ihmal etmiyor öğünlerinde. Et ve patates gibi şeyler yani. Akşam yemeğinde ise Almanların çoğu gibi peynir-ekmek yiyorlar. Haftasonlarında ekmekle zengin bir kahvaltı yapıyorlar. 

Çocuklara abur cubur yedirmiyor, içirmiyorlar. Sadece sularına bazen biraz meyva suyu katıyoruz, tatlandırmak için diyor. Bu da Almanların sık yaptıkları bir şey – Schorle diyorlar buna. Ama genellikle sadece su içiyor çocuklar. Çikolata, pasta, şeker gibi şeylere özel günlerde izin veriyoruz diyor: mesela Noel, Paskalya, doğumgününde. Normalde yemiyorlar, anneanneler ve dedeler aradan kaçamak yaptırmaya çalışsa da, mani oluyorlar.

Oyuncaklarını soruyorum. İnes ne kadar az oyuncak, o kadar iyi diyor. Oyuncağın hayalgücünü öldürdüğüne inanıyor. Çok az oyuncakları var, ihtiyaçları da yok bence diyor. Kıyafetlerini nereden alıyorlar peki? Çoğu eşten dosttan diyor. Çok çabuk büyüyorlar, yeni kıyafetler pahalı ve gerek de yok diye düşünüyor. Ayrıca yeni kıyafetlerde birçok kimyasal var. Kullanılmış kıyafetler daha sağlıklı diyor. Sadece ayakkabıları yeni alıyorlar. 

Tatiller? Almanya’da okullar 6 hafta tatil oluyor yazın. Kışın da birkaç hafta tatil var, ama İnes’in işten o kadar izni yok. O açıdan çok zorlanıyoruz diyor. Kreşler hep açık, ama okullar kapanınca ortada kalıyorlar. Okullar tatilken çocukların gidebileceği bazı merkezler var. Oldukça pahalı, çocuk başına günlük 12 Euro alıyorlar diyor. Başka seçenek kalmazsa oraya gönderiyoruz. Çocukların kreşi de 2 hafta tatil oluyormuş, ama o zaman çocukları başka bir kreşe aktarıyorlarmış. Tabi İnes işten tüm izinlerini çocukların tatiline denk getiriyor. Genellikle ailece 1-2 hafta tatile çıkıyorlar. 3 çocukla bütçemiz çok kısıtlı, genellikle Kuzey’e gidiyoruz deniz kenarına, ama paramız az da olsa buna ihtiyacımız var diyor. 

Peki hamilelik, doğum ve sonrası? Hamilelik hakkında anlatacak pek bir şey bulamıyor İnes. Son derece sağlıklı hamilelikler geçirmiş, folik asit dışında takviye almamış hiçbir zaman. Ancak 3 çocuğunu da istemediği halde sezaryenle doğurmak zorunda kalmış. İlk 2 çocuk acil sezaryen oldu, 3. de doktor planladı diyor. 1. Çocuğunun doğumu çok zor olmuş, uzun ve sancılı bir doğum sürecinden sonra, bebeği doğum kanalına girdikten sonra doğum ilerlemeyince bebeği müdahale ile almak zorunda kalmışlar. Oğlumun bebekliği çok zordu diyor. Bunu doğumda yaşadığı travmaya bağlıyor İnes. 8 yaşında, ama hala çok ilgi bekleyen bir çocuk diye anlatıyor. Belki de ilk çocukların özelliği bu diyorum, hep ilgiye alışmak ve beklemek. İkinci bebeği ise bir kız olmuş. O kadar kolay bir bebekti ki diyor, bütün çocuklar öyle olsa, 20 tane büyütebilirsiniz. Hala çok kolay bir çocuk diyor. 3. Bebeği de bir kız. Tam bir doğa aşığı diyor. Gördüğü her hayvana dokunur, heryerde sümüklüböcekleri eline alır. Ormanda sık sık yürüyüşe çıkıyoruz. Büyük çocuklar sıkılıyor, ama ufaklık bayılıyor diyor. Doğa İnesler için çok önemli. Sık sık ormana gezmeye götürüyorlar çocukları. Büyükler çok bayılmıyor gibiler, ama zamanla anlayacaklar doğanın değerini diyor. Hem de sağlıkları için önemli. 

Emzirmekte çok zorlanmış ilk bebeğini. Devamlı mememi ısırıyordu, memebaşım koptu, buna rağmen emzirmeye devam ettim, kendimi kötü bir anne gibi hissediyordum, bir emzirmeyi bile beceremedin diyordum, mamayla takviye ettim, çok yıprandım diyor. Daha sonraki çocukları çok daha rahat emzirmiş.
Demir eksikliği sorunu yaşadınız mı diyorum. Bana uzaydan gelmişim gibi bakıyor. Almanya’da sağlıklı çocuklara demir tahlili yapılmıyor. İnes’in çocuklarına da yapılmamış. 

Dengeli beslenen çocuklara vitamin verilmesini anlamsız buluyor İnes.
Ailesinin çocuklar yardımcı olup olmadığını soruyorum. “Hayır” diyor. İnes istememiş. “Yardım almak demek, karışmalarını da kabul etmek demekti” diye açıklıyor. “Yani birine yardım et, ama hiçbirşeye karışma diyemezsiniz. Ben çok bağımsız karakterli bir insanım. Her işimi kendim yapmaya alışkınım. Yardıma ihtiyacımız olsa da, kocamla biz herşeyi tek başımıza yapmaya karar verdik ve ailelerimizden yardım almadık”. 

Kocasıyla işleri nasıl bölüştüklerini soruyorum. “Herkes yapması gereken herşeyi yapıyor diyor. Evle ve çocuklarla ilgili herşeye beraberce karar veriyoruz ve beraber yapıyoruz”. “Yarı yarıya mı?” diyorum. Düşünüyor. “Hesabını tutmadım, ama evet, sanırım öyle” diye cevap veriyor.
Karışmak deyince sormadan olmaz, Almanya’da kimse çocukları nasıl yetiştirdiğine karışıyor mu? Türkiye’de herkes devamlı herşeye karışır da diye açıklamayı da ihmal etmiyorum. Gülüyor. “Burada kimse hiçbirşeye karışmıyor. Hiç.” Sonra düşünceli bir ifadeyle devam ediyor “Bu hiç güzel bir şey değil aslında. Karışmaları lazım bazen.” “Nasıl?” diye meraklanıyorum. “Hep karışmaları elbette hoş değil, ama hiç karışmamaları da iyi değil. Çocuklar hepimizin sorumluluğu ve bazen anne-babalar büyük yanlışlar yapıyorlar. Onları uyarmak görevimiz değil mi? Mesela minicik bir bebeği güneşte şapkasız saatlerce oturtuyorlarsa, gidip uyarmam lazım. Kimse uyarmıyor, o bebek hastanelik olabilir. Bir şey demeye korkuyoruz. Ben böyle durumlarda uyarıyorum. Gölgeye geçirin, şapka giydirin diyorum mesela. Sanırım doğrusu Türklerle Almanların arası bir tutum.” Dedikleri çok mantıklı geliyor bana da. 

Peki Alman sistemi nasıl yardımcı oldu sana? Bizim sistemimiz gittikçe kötüleşiyor. Yani doğum iznini çok uzattılar, o çok iyi, ama eskiye göre sağlık sigortası kötüleşti, sosyal haklarımız azaldı. Yine de diğer ülkelerden iyi olabilir, bilmiyorum, bence kötüye gidiyor diyor. Ama bazı şeylerden çok memnun. Doğumdan sonraki 3 ay boyunca herkesin evine 12 kere bir ebe geliyor. Bu ebe ilk hafta birkaç kez, sonra azalan sıklıklarla ziyaret ediyor anneyi. Ona emzirmeyi, gaz çıkarmayı gösteriyor, sorularını cevaplıyor. Bebeği tartıyor, boyunu ve kafasını ölçüyor, muayene ediyor. Anneyle konuşuyor, sorunlarını dinliyor. “Ben hep aynı ebeyi çağırdım, 3 çocuğumda da” diyor İnes. “Kimyamız tuttu denir ya, işte öyle oldu, şanslıydım. Ben acemi bir anneyken o kadar yardımcı oldu ki, her sorunuma beraber çözüm aradık” diyor. “Sadece bebeği değil, anneyi de takip ediyor ebeler. Hatta anne bebeği ihmal ya da taciz ediyorsa, onu da takibe alıyorlar. Bizim ebemiz, mesela, annesinin emzirmediği bir bebeğe mama alıp götürüyordu, bebek aç olduğu için. Çok önemli ebeler” diye ekliyor. 

Peki çocuk parası (Kindergeld)? Çocuk parası dediğim şey şu. Alman devleti, her çocuk için doğumdan 18 yaşına kadar her ay para yatırıyor. Bunun dışında her sene okul başlarken ve tatilde bir miktar fazladan para yatıyor, ailenin artan masrafları için. “Çocuk parası bizim için çok önemli diyor İnes. Çocuk parası olmasaydı, çocuklarımızı kreşe gönderemezdik. O zaman ben çalışamazdım ve çalışmak benim için çok önemli. Sadece para açısından değil. Benim annem de çalışan bir anneydi ve ben de çalışan bir anne olmak istedim. Mesleğimi ve çalışmayı seviyorum. Çocuklarımın da beni çalışan birisi olarak tanıması hoşuma gidiyor.” Bizi dinleyen Doris araya giriyor. “Ben de çalışan anne olmayı çok seviyordum. Gün sonunda çocuğumla çok yoğun ilgileniyordum. Çalışmasam, bunu yapamazdım. Benim için uygun değildi. Bazı insanlar çalışınca daha iyi anne oluyorlar. Ben öyleydim diyor. İnes düşünüyor. Olabilir diyor. “Aslında benim için şu çok önemli. Ben çocuklarımı çok kısıtlamaktan korkuyorum. Kendi korkularım yüzünden. Babaları daha serbest ve babalarıyla geçirdikleri zamanda, benim asla izin veremeyceğim şeyler yapıyorlar. Aslında tehlikeli değil, babaları çok dikkatli, ama ben dayanamam bakmaya. Bu serbestlik de onlara lazım. Ben hep evde olsam, çocukları çok boğarım gibi geliyor. Annemler biraz öyleydi, ben öyle olmak istemiyorum. Aslında çok iyi anne-baba idiler, ama çok sıkılardı ve öyle olmamak benim için çok önemli. O yüzden babalarıyla çok vakit geçirmeleri iyi.” 

Peki doğum izni? Artık Almanya’da doğum izni bir yıl. Üstelik babalar da izin alıyor. Uzun doğum izni İnes için çok önemli. İlk aylarda hiç çalışmamış. Sonra işyeri ile anlaşmış, yarı zamanlı çalışmış. Bu şekilde bir yıllık doğum iznini 2 yıla uzatmış. Hafta içinde evde bebeğime bakıyordum diyor, hafta sonunda ise kocası evde çocuklara bakıyor, İnes ise işe gidiyormuş. En küçük bebeği 2 yaşına gelene kadar böyle yapmışlar. Şimdi tam zamanlı çalışıyor. “Ama çok şanslıyım bu açıdan, işim çok esnek” diyor. Bebeğim küçükken yarı zamanlı çalışmamı kabul ettiler. Şimdi haftada beş gün işe gidiyor, ama çocuğu hasta olunca evde kalıp, daha sonra haftasonunda işe giderek, o günü telafi edebiliyor.
Sen bir hemşiresin, çocuklar soğukalgınlığı, grip olduğunda ne yapıyorsun diyorum. “Hemen yatağa götürüp uyutuyorum. Zaten onlar da daha çok uyumak istiyorlar. Tavuk suyu çorbası yapıyorum, bol bol sıvı içiriyorum” diyor. Bu kadar mı? Bu kadar. 3 günden uzun ateşleri olursa, ya da başka belirtiler varsa, fenalaşırlarsa doktora götürüyorum. Ama normalde soğuk algınlığına doktor bir şey yapamaz ki.” Televizyon? Her akşam aynı saatte 20 dakika çizgifilm izliyorlar. Onu da internetten izlettiriyoruz, çünkü evimizde televizyon yok. 

Köyde yaşamaktan memnun musunuz diye soruyorum. Beni şaşırtıyor. Hayır diyor. Sosyal hayatımız yok. Arkadaşlarla buluşup bir kadeh bir şey içemiyoruz, çünkü ksabaya arabayla gitmemiz lazım. O nedenle kasabaya taşınmak istiyorlar, ama istedikleri gibi bir ev bulmakta zorlanıyorlar. Bahçesi olmalı, bunu şımarıklık gibi düşünebilirsiniz, ama çocuklar bahçeli bir evde, doğayla iç içe büyümeli bizce diyor.

Aysuda Kölemen

Diğer Paylaşım

Kandırıkçılık İnancı – Süheyla Pınar Alper

‘Impostor syndrome‘ kavramı dilimize ‘kimlik hırsızlığı’ sendromu olarak çevrilmiş. Kimlik hırsızlığı gerçekten bir hırsızlık eylemi düşündürüyor, …

6 Yorum

  1. Yarı yaptığım yarı hayal ettiğim şeyler.. Almanya nin doğum izninin az olmasına şaşırdım doğrusu.

  2. Yarı yaptığım yarı hayal ettiğim şeyler.. Almanya nin doğum izninin az olmasına şaşırdım doğrusu.

  3. .en etkilendiğim cümle "fazla oyuncağımız yok oyuncak çocukların hayal gücünü azaltıyor." çok güzel

  4. Çok güzel bir yazı olmuş…

  5. Doğum izni az değil, ama ücretli izin 1 sene. Ücretsiz izinle uzatma hakkınız da var.

  6. Doğum izni az mı? Türkiye'de 4 ay…

Leave a Reply