Herkese Merhaba,
Hayatımın en kilolu döneminde, tam da “artık kilo vereyim” diye düşünürken hamile kaldım. Eşimle “Evet, artık çocuk yapabiliriz” diye karar almıştık fakat bu konuyla ilgili ciddi bir plan, program işine girişmemiştik. Ve biz bu kararı daha yeni vermişken, henüz hiçbir şey düşünmemişken, ben hamile kaldığımı öğrendim. Epey de geç farkettim üstelik. O sıralar amma da rahat bir insanmışım, şimdi düşünüyorum da…
Neyse, 10 ya da 11 haftalıktı benim oğlan kendisini farkettiğimde. Ben o zamana kadar şuursuzca dolaşmışım hamile hamile. Gerçi doğuma kadar da hep şuursuzca rahattım, değişen bir şey olmadı.
Benim o sıralar BYBO’dan haberim yoktu. Şansıma, doktorum normal doğumu destekliyordu. Daha ilk günden itibaren de şahane gaz verdi bana. O kadar çok sezaryenle sonuçlanan normal doğum teşebbüsü öyküsü vardı ki çevremde, adamcağızı ilk zamanlar epey bunalttım. Konuşmalarımız genelde şu minvalde ilerliyordu ve Cüneyt Bey’in monologlarına dönüşüyordu:
“Normal doğuracaksın Özgeciğim. Çok kolay olacak, korkacak hiçbir şey yok. Ben seni biliyorum, çok da güzel doğurursun sen”
“Sen hamilesin, hasta değilsin. Normalde yaptığın her şeyi, sağlıklı olmak kaydıyla, hala yapabilirsin. Ama paraşütle atlama.”
“İşte bunlar hep kapitalist sistemin tuzağı, o aleti alma, o kremi kullanma, buna ihtiyacın yok, bunu da almayın, bunu da almayın..”
“Az ye Özge, az ye, gene kilo aldın sen, tut şu boğazını”
Günler böyle geçti. Ben genel olarak çok neşeli ve kolay bir hamilelik geçirdim. 20 kilo almış olmama rağmen, cüssemin ve durumun pek farkında değildim. Harıl harıl “bebek” okuyordum sadece. Hayatımdaki fark oydu. Yok bir de patatese dönüşen suratım, Ata Ekmeği kıvamına gelen ve artık 41 numara olan ayaklarım, sürekli çişe gitmem ve sünnet çocuğu gibi yürümem var. Bir takım farklar vardı evet. Bir de ağlaklık vardı ki, televizyondaki reklama ağladığımı hatırlıyorum.
Hamilelik bir çok açıdan hayatımı kolaylaştırıyordu aslında, ya da belki irileşen cüssem kolaylaştırıyordu 🙂 Yürüdüğümde insanlar yol veriyor, arabalar üstüme üstüme sürmüyor, taksiciler, devlet dairelerindeki veznedarlar, sokak hayvanları, herkes ama herkes bana iyi davranıyordu. Tek sinirimi bozan şey, halka malolan ve dokunmaya serbest bölge haline gelen göbeğimdi ki, göbeğime dokunulmasına son dakikaya kadar hep sinir oldum.
Ufak tefek aksaklıklarla birlikte her şey hep normal seyrinde ve sorunsuz gitti. Doktorum, emzirme ve anne sütü konusunda tam bir misyonerdi, seminerler yapıyordu o dönem, katılmamı istedi, gittim. Normal doğumda ne yapılır, sancı gelince ne yapılır, esneme hareketleri, nefes egzersizleri vb. için hafta sonları eğitimlerine katıldım. Her şey bana oyun gibi geliyordu. Konuştuğum herkes bana “sen doğuracağını henüz idrak edememişsin” diyordu. Gerçekten de öyleydi, idrak edememiştim. Doğum yapacağım hastaneyi doktorumla birlikte seçtik, doğumdan önce git, hemşirelerle tanış, odalara bak dedi, yaptım. Şimdi bakınca, süreci bayağı iyi yönetmişiz.
Bütün bunlar olurken, ben ofise gitmeye ve bilfiil çalışmaya devam ediyordum. 38. haftada o herkesin çok korktuğu benimse ne olacağından gene pek haberim olmadığı çatı muayenesi sırasında, doktorum ve asistanı bana bir yandan yeni izledikleri bir filmi anlatıyorlardı. Öyle korkunç bir travma ya da dayanılmaz bir acı filan yaşamadım yani.
Artık vakit yaklaşıyordu, doktor ziyaretleri sıklaşmıştı. Bir cuma günü, ofisten çıkıp doktora gittik eşimle. Doktorum kontrol için yatırdı beni ve bana dehşetle bakışını herhalde hiç unutmayacağım:
“Özge, sen şimdi buradan çık, ofise filan geri dönme, doğruca eve git. Doğum başlamış sayılır, 4 cm. açıklık var, kadınlar bu durumdayken epidural diye ağlıyorlar, sen hiçbir şey hissetmiyor musun?” dedi.
“Yooo” dedim.
“Bu bebek bugün-yarın gelir, ama sakın bu akşam doğurma, eşim tiyatro bileti almış bu akşam, eğer gitmezsem beni öldürür” dedi. İkimiz de gülüştük, sonra bana bir kez daha nişan gelme meselesi, sancı, sancı kaç dakikada bir gelince ne yapılır onları anlattı; bir heyecan eve gittik.
O akşam bir şey olmadı.
Ertesi gün evde sıkıldık, cumartesi günü; eşimle son kalan eksikleri tamamlamaya alışverişe gittik. Eve döndüğümde nişan denen naneyi farkettim. Sonra da akşam eşim dedi ki, bu son yalnız gecemiz olabilir, güzel bir yemek yiyelim. Ziyafetimizi çektik, hakikaten de “last supper”mış o. Sonra o yattı, 23.30 gibi. Ben saçma sapan bir korku filmine daldım. O arada işte suyu hissettim. Altıma kaçırıyorum sandım önce, azar azar başladı. Anladığımda eşimin yanına gidip haber verdim, saat sabahın 2’si. Kalktık, giyindik. Eee, ama sancı yok…
“Bir şey hissetmiyor musun?”
“Yok”
“Kasılmada mı yok?”
“Valla yok”
Dedik ne yapalım, açtık National Geographic’te bir kaplan belgeseline takıldık. O sırada sancılar da başladı hafif hafif. Bir yandan izliyorum, bir yandan da eşime şimdi başladı, şimdi bitti diyorum. O da aralıklarını ölçüp not alıyor. Kaplanlar bitiyor, insan beyni başlıyor. Bu arada saat olmuş 4,5-5.
“Doktoru arasak mı?
“Yok daha 5 aralar dakikaya inmedi, yazık uyandırmayalım adamı”
diye diye, saati 7 ettik.
Sancıların aralıkları 5 dakikaya indi, doktoru aradık, hastaneye yollandık.
Doğum yapacağım hastane normal doğum dostu bir hastaneydi. Ameliyathaneye girmeyecektim, odada gerekli bütün ekipman vardı zaten ve böylece bebeğimle de hiç ayrılmak zorunda kalmayacaktım. Odaya yerleştik, doktorum, ben ve eşim. Başka kimseye haber vermedik. Beni giydirip hazırladılar. Tedirgin hemşireler ve anestezist “Her ihtimale karşı” epidurali taktılar. Grubu o zaman tanımışım olsam, onu da taktırmazdım. Bora müzğimizi açtı, Cüneyt Bey kitabını çıkardı, ben televizyonu açtım. Sohbet muhabbet derken, sancılar şiddetlendi. Bizim anlaşmamıza göre, eşim doğumda bulunmayacaktı. Benim acı çekeceğimi düşünüyor ve görmek istemiyordu. Kan verilirken bile bakamadığını bildiğimden hiç ısrar etmeden en baştan bu durumu kabul etmiştim. Eh, sancılar “oo beybi” kıvamına gelip ben tuttuğum elini pençelerimle delmeye başlayınca, “eh, ben artık gideyim” diye ayaklanmaya kalktı. Doktorum, eşimin 3 gitme teşebbüsünün üçünü de, “otur otur, daha bir şey yok yahu” diye savuştururken, ben de sancı arasında “bırakın gitsin” diyordum. Sonradan hem eşim hem ben, iyi ki de izin vermemiş dedik.
Bundan sonrası hem çok hızlı, hem çok kalabalık. Şöyle toparlayacağım;
1. Hastaneye gece 1’de gelen oda komşumda henüz bir hareket ve açılma yoktu, bekliyorlardı. Fakat, kızın odasında en az 10 kişi vardı, ortam çok stresliydi, her kafadan bir ses çıkıyordu ve kzın annesi sürekli olarak bağırarak telefonda konuşuyordu. Sesleri bizim odadan duyabiliyor ve aileleri/arkadaşları çağırmayarak ne kadar iyi ettiğimizi düşünüyorduk. Hah, işte bu ıkınmalar tam başladığı sırada, heyecan doruk noktasındayken, benim odanın kapısı açıldı ve sürekli telefonda konuşan o teyze elinde telefonuyla kapıdan kafasını uzattı. Doğurmakta olduğum sırada, bacaklarımın arasından göz göze geldik. Odadaki herkes ona döndü, bir anda sessizlik oldu, tam bir fim karesi. Teyze yarı beline kadar içeri sarkıp dedi ki “İhi, ben bizimkinden farklı mı diye merak ettim de ondan bi bakiyim dedim, ooldu sise kolay gelsin”. Topluca basiretimiz bağlandı. Kadına hiçbirimiz bir şey diyemedik, kadın kapıyı kapatıp gittikten sonra her şey sanki hiçbir şey olmamış gibi kaldığı yerden devam etti.
2. Nefes al, nefes ver ve ıkın telkinlerinin arasında, hastanenin elektrikleri kesildi. Ve bana çok uzun gelen, jeneratör devereye girene kadar geçen o kısacık sürede, her yer karardı, bip bip öten bütün aletler sustu. Cüneyt Bey’in yüzüne baktım o an, hiç değişmemişti, rahattı, bana “merak etme, hiç sorun yok, her şey yolunda” diyordu. Ben tarlada doğum yapan kadınları düşünmeye başladığım sırada, jeneratörler çalıştı.
3. Hiç “acı” hissetmedim. O yaşadığım şeye acı diyemeyeceğim. Hamileleğin en eğlenceli kısmı doğurmaktı bence. O kadar acayip bir hormon patlaması, öyle yüksek bir duygu durumu oluyor ki, acı filan düşünemiyor insan. Doğum sancısı denen şey, kuvvetli bir regl sancısına benziyor. Öyle “korrrrrkunç, dayanılmaz” bir şey değil. Ara ara doktorun sesi yankılanıyordu kulaklarımda, “bassana kızım, o epidurali boşuna mı taktık sana?” diye. Birkaç kez gayri ihtiyari basmış olabilirim. Olmasa da olurmuş. Doğurur doğurmaz, yataktan kalkarken elimde ve sırtımdaki borulrı farkettiğim ve hareketimin kısıtlanacağını anladığım anda çıkartmalarını istedim hemen. Bu arada, bütün o eğitimler, nefes egzersizleri filan heba oldu, çünkü hiçbirini yapmak aklıma gelmedi. Fırsat da olmadı, ihtiyaç da. Bir de tam bir takım işi ya bu doğum, kendi bedenine ve doktora bırakıyorsun kendini; o anda ne lazımsa o oluyor. Epidurale haldır haldır yapışmayınca, doktorun da telkiniyle, sancının ve ıkınmanın şiddetini de hissediyor ve şuursuzca gereğinden şiddetli ya da az ıkınmamış oluyorsun. O nefesler, rahat pozisyonlar filan kendiliğinden oluyor ya da olmuyor. Sen “şimdi nasıl yapayım” diye düşünmüyorsun.
4. Bir noktada eşimin sesini duydum, çünkü yüzüne bakmıyordum o anda. El eleyiz ama, sürekli doktoruma bakıyorum. Bora şöyle mırıldandı “Cüneyt Bey, ben şimdi şu köşeye düşüp bayılıyorum, siz bana bakmayın, işinize devam edin”. O anda hepimiz ona döndük 🙂 Neyse ki bayılmadı. Zaten de bir 3-5 saniye sonra, sıcacık bir hisle Kaya geldi.
Silmeden, yıkamadan, alıp göğsüme koydular, dünyanın en güzel hissi! Oksitosin nelere kadir… Tarifsiz bir bağlanma, adanmışlık, acayip bir şey.
Sonra alıp yanı başımda, 50 cm. Ötemde muayenesini yaptılar. Yine yıkanmadı, kurulanmadı. Hemen de emdi. Hiç düşünmedim süt var mı yok mu, emer mi emmez mi diye. Sanki ikimizin de ezelden beri bildiği bir şeydi. Sonrasında annem, babam, eşimin annesi ve ağabeyi geldiler yanımıza, ağlaştık bol bol. Başka ziyaretçim olmadı. Oda süslenmedi, fotoğrafçı çağırılmadı, davet verilmedi, kuaföre gitmedim, makyaj yapmadım. Doktorum hemen eve gidebilirsin, ikiniz de iyisiniz demişti ama hastanede kalmak kolayımıza geldi, o gece kaldık. Tuvalete gitmek haricinde o akşam hiç bırakmamış olabilirim Kaya’yı. Eşim uyudu, ben uyumadım. Sürekli emzirdim, oğlumun nefesini dinleyip, yüzünü izledim. Bütün geceyi defalarca oturup kalkarak, kucağımda bebekle geçirdim, hiç ağrım, sızım, sancım olmadı. Oturmakta, yürümekte zorlanmadım. Eve kucağımda oğlanla döndüm, hiç sıkıntı çekmedim.
İşte bütün bunlar, 2012’nin Ekim ayında oldu. İyi ki de böyle oldu. Hepimizin hayata bakışını değiştiren bir tecrübe oldu.
Sevgiler,
Özge
- Evde Cilt Bakımı - 10/31/2017
- Çocuğumun Bağışıklık Sistemini Nasıl Güçlendiririm? - 10/23/2017
- Çocuğun Şiddet Eğilimlerini Nasıl Yok Edebiliriz? - 10/10/2017
Bu hikayenin altına bunu yazmak zorunda kaldım özür dilerim öncelikle. Tomris Hanım'a emzirme ve süt artırma ile ilgili soru sormak istiyorum mail adresi nedir acaba yardımcı olabilir misiniz?
Merhaba, doktorunuzun soyısmını de oğrenebilir miyiz acaba?