Eren bağlanma konusu hakkında yazmıştı. Ben de bunun üzerine anne-bebek bağlanması konusuda Türkiye’de en kapsamlı çalışmalardan birini yapan arkadaşım Doç. Dr. Aylin Koçkar’la konuştum. Türkiye’de bağlanmama ciddi bir sorun mu diye sordum. Aldığım cevap çok aydınlatıcı oldu ve sizlere özetlemek istiyorum.
Bağlanmayı neden önemseriz? Çocuğun gelişimi için keşfetmesi lazım. Ancak çocuğun keşfetmeye cesaret etmesi için kendini güvende hissetmesi gerekiyor. Bir yetişkin ile güvenli bir bağ kuran çocuklar, özellikle o yetişkin yanlarındayken kendilerini güvende hissedip, bol bol keşfediyor ve dolayısıyla öğreniyorlar. Yani annesi yanındayken, çocuk annesinin varlığından cesaret alarak, biraz daha uzağa gidip, etrafını kurcalamaya, incelemeye başlıyor. O sırada korkmuyor. Ancak –ve bu çok büyük bir ancak- Türkiye’de sıklıkla görülen bir sorun var. Annesiyle güvenli bir bağ kursa da keşif davranışına yönelmeyen çocuklar oluyor. Yani güvenli bağlanmanın gerçekleşmesi, istenen sonucu –keşif davranışını –doğurmuyor. Bunun sebebi de KAYGILI EBEVEYNLİK olarak adlandırılan bir ebeveynlik şekli.
Kaygılı ebeveynlik nedir? “Kaygılı anne” (tam da anne blogcu ismi gibi oldu) durmadan çocuğuna “aman çocuğum oraya gitme, cin çarpar; buraya gitme kaybolursun, zıplama düşersin, üstünü çıkarma üşürsün diyerek çocuğu rahat bırakmıyor. Çocuk devamlı olarak annesinden kaygı mesajı alıyor. Annesiyle arasındaki bağlanmada sorun olmasa da, annesinden çok ilgi ve sevgi görse de, bu onu keşfetmekten alıkoyuyor. Çocuk annesinin kaygısını içselleştirip, hareket etmekten korkar hale geliyor. Keşfetmeyi engelleyerek bişisel gelişimi sekteye uğratıyor böyle aileler. “Bilişsel gelişim, yeni bilgiler öğrenme için gerekli. Böylelikle hem bilişsel hem de psikososyal gelişiminde çocuğun katetmesi gereken yollar geçilebiliyor. Aksi halde çocuk hep geride kalıyor (yemeğini yiyebilme becerisi olan çocuğun ağzına kaşık kaşık yemek vermek gibi). Diğer bir deyişle çocuğa yardımcı olacağız veya koruyacağız derken çocuğun gelişimini engellemiş oluyor bu tarz bir anne-baba…” (Aylin Koçkar). Yani tıpkı güvensiz bağlanma yaşayan çocuklar gibi, annesinin dizinin dibinden ayrılmaz oluyor çocuk.
İşte bu davranış biçimi, çocuğun gelişmesine ket vuruyor. Bağımsızlaşmasına, özgüveninin gelişmesine, dünyayı anlamasına, yetişkinliğe geçişine engel oluyor. Hep en güvenli yolu seçen, risk alamayan, ayakları üstünde durmakta zorlanan, ailesinden bağımsız bir yaşam kuramayan bir çocuk olma ihtimali artıyor. Yani biz bağlandık bitti değil. Bağlanmakla iş bitmiyor. Bizim gibi kültürlerde, “çocuğu rahat bırakın” mesajının devamlı tekrar edilmesi gerekiyor. Ben çocuğuma güveniyorum, ama dünya tehlikelerle dolu diye düşündüğünüzü biliyorum. Ama kaygılarınız çocuğunuzun psikolojik ve bilişsel gelişimine engel olacak seviyedeyse, rahatlamanız ve rahat bırakmanız lazım. Sık sık tekrarladığımız gibi, çocuk düşer, sonra kalkar; hasta olur, sonra iyileşir; yeter ki çaresiz dertler olmasın başımızda.
Şimdi kendinizi ve çocuğunuzu 3. bir şahıs gibi gözlemlemenizi istiyorum. Bir saatte kaç kez, “yapma, dur, düşersin, acır, otur, zıplama, dikkat et, terleyeceksin, ay dur, hadi ye, oraya dokunma pis, uzağa gitme” dediniz? Kaç kez? Hatta 10 dakikada? Bazı anneler o kadar çok müdahale ediyorlar ki çocuklarına, ben bunalıyorum, duramıyorum yanlarında. Bir çocuğa 10 kere, “yavaş ol, düşeceksin” denmez. Düşerse düşer. Uçurumdan düşmüyorsa, kaldırımda, parkta koşarken düştü diye bir şey olmaz. Kirlenirse, kirlenir. Islak mendil olmadan da yaşanabiliyor. Türkiye’de iki yetişkinden birinin kedi köpekten korkması, bütün çocukluklarının “yaklaşma, ısırır” uyarısıyla geçmesinden ötürüdür. Bunun yerine, köpeklerden gelen sinyallere dikkat etmeyi öğretirseniz, çocuk köpekten korkmak yerine, saldırı sinyali veren köpekten uzak durmayı öğrenir. Kuyruk sallayan köpeği sevebileceğini, ama kuyruğunu kıstıran köpek görünce yaklaşmaması gerektiğini bilir. Bunlar sadece birer örnek. Devamlı korku ve kaygı cümleleri kurup, devamlı uyararak, felaket tellallığı yaparak, çocuğunuza kendi kaygılarınızı aktarmayın.
Yanlış anlaşılmasın diye ekliyorum. Bu dikkatsiz olun, kural öğretmeyin, tehlikelere karşı önlem almayın demek değil asla. Haşa. Tedbiri alacaksınız, gerçekten gerektiğinde tehlikelere karşı uyaracaksanız. Ama çocuğu da rahat bırakacaksınız. Çocuk zorlukları aşmayı, düştüğünde kendi kalkmayı öğrenmezse, hayatta tutunamaz. Başarıdan bahsetmiyorum. En ufak bir engelde yılan, bunalıma giren, yardımsız hiçbirşey başaramayan bir insan olur. Yani siz çocuğunuzun sığınacağı liman olacaksınız. Bilecek ki, fırtına çıkarsa bu limana çapa atabilirim, fırtınada güvende olurum. Bunu bildiği için de okyanuslara açılabilecek, dünyayı keşfedecek, keşfedebilecek, makul riskler alabilecek. Siz bu dünyadan göçüp gittikten sonra dahi, o limanı içinde kurmuş olacak çoktan. Oysa güvenli limanı olmayan insan, hep kıyıya yakın durur. Siz çocuğunuza kaygılarınızı miras bırakırsanız, kıyıdan uzaklaşamayan bir insan yetiştirirsiniz. Bırakın çocuklarınız okyanusları keşfetsin.
Can Yücel, bence ebeveynin çocuğu özgür kılmasını en güzel anlatan dizeleri yazmıştır: “Koştururken ardından o uçmaktaki devin, Daha başka tür aşklar, geniş sevdalar için Açıldı nefesim, fikrim, canevim. Hayatta ben en çok babamı sevdim.” Çocuğunuza baston olmayın, onun istediği yere, istediği hızla koşabilmesi için nefesini açın.
*Aylin’in son eklediği bilgi de çok hoşuma gitti. Aktarmam lazım. Çocukken güvenli bağlanmamış insan, sonradan başka birine de bağlanabilir. 30 yaşında partnerine bağlanabilir. Yeter ki, sağlam, güvenilir bir yetişkin olsun güvenebileceği. Ne sizin için, ne sevdikleriniz için hiçbir zaman geç değil.
- Cinsel İstismarı Engellemek ve Cezalandırmak - 02/27/2018
- Ateşi düşürmek zorunda mısınız? - 01/24/2018
- Bir Erkekten Kadınlara Sorular - 01/23/2018