Doğduğunda giyecektim çocuğu. Giymeye başladığım anda cinnet geçirip, avazı çıktığı kadar ağlıyordu. Onu denedik, bunu denedik. Yok. Çocuk kucağı sevmiyor ki. Çünkü duramıyor yerinde. Bırakınca kucak istiyor, kucağa alınca bırakılmak. Vazgeçtik artık bebek giyme sevdasından.
Beşiğini güzelce hazırladım. İçine koydum. Cinnet iki. Bir gün beşiğinde bir saniye yatmadı. Kucak yer, kucak yer, kucak yer. Dönence hüzünle duruyordu orada. Bebek dediğin dönünceye bakar. Reklamlarda, filmlerde hep öyle!
Güzel mendiller de almıştım. Boynuna bağlayacaktım. Ne hoş duruyordu. Hem sütü çıkardıkça, tükürüğü aktıkça lazımdı. Cinnet üç. Çıkarttırdı. “Hah aynı sen” dedi annem. Keza güzel bereleri, şapkaları da taktırmadı. Bir hayal de orada bitti. Herkesin bebekleri eşarplı, benimki neredeyse çıplak. Resmini çeksem, kifayetsiz muhalefet lideri gibi beyaz atletle dolaşıyor.
Kucağıma alıp huzurla emzirmekti hayalim. İki yıl boğuştuk. Kucağımda bana tekme atan, emerken takla atan, beni durmadan iten, çeken bir çocuk vardı. Emzirme odasında güreşimizi şok içinde izleyen anneler ve ben, emzirirken karşımıza geçip gülmekten yerlere yatan, videonuzu çekeyim diye izin isteyen bakıcımız. “Bir gün kucağımda sakince emsin, bir gün” dedim. Ateşi fırladığı gün yaptı. “Hah işte, oldu mu istediğin?” diye dalga geçtiler. Gerçekleşmeyen hayaller serisinde bir çentik daha. Acıların kadını olarak “gidin başımdan, tövbe tövbe, durun nereye, gitmeyin, su getirin, arkama yastık koyun” diye hırladım.
Banyoda güzel güzel yıkayacaktım. Başka bebekleri ne de kolay, güzel yıkamıştım. Banyoda durmadan çırpınan, banyo suyunu içmeye çalışan, başı, kolu her yanı oynayan bebeği ben tutarken babası yıkamaya çalışıyor, anneannesi de küvette hakim oluyordu. Çok keyifteydi üstelik. Huzur dolu resimlerden biri daha eksildi. Her banyoda sabunlu su yaladı. “Bebeğiniz neyle besleniyor? Anne sütü ve banyo suyu Doktor Bey.”
Değişik emziklerden aldım. Birini almazsa birini alır diye. Ben denedim, o ağzından attı. Ben verdim, o almadı. Annem soğuk intikam almış hanımağası rolünde dedi ki, “e uğraşma, siz de hiç almadınız.” Kader dedik oturduk. Bir hayal daha suya düştü.
Ah neyse ki kundağa girdi.
Uyku arkadaşları aldım, minicik, sevimli, yumuşacık. Yüzlerine bakmadı. İtti gitti. Ne yapalım, o da olmadı. Ruhsuz mu bu çocuk diye şüphelendim. Ayıcık vardı uyku arkadaşında, ayıcık sevilmez mi? Benim de ayıcığımın gözünü oyup kafasını koparmış olduğum gerçeği hatırlatıldı. Geçmiş defterler hiç kapanmıyor.
Su içmeye başladığı gün, cam bardak dışında her şeyi reddetti. Evimiz gölden hallice. Onu da kabul ettik. Elinde suluklarla dolaşan bebeklere çocuklara hasretle baktık.
Çocuk arabasından nefret edip, durmadan kendini yere atmaya çalışmasından pes edip, arabayı tedavülden kaldırdığımızda 1.5 yaşındaydı. Ben o arabayı 3 yaşına kadar kullanma hevesindeydim. O badi badi koşma, sonra sırtımızda dolaşma peşindeydi. Arabadan etrafı seyredemiyormuş.
Beraberce oturup yap boz yapacaktık. Yapbozları karıştırıp kalkıp gidiyordu, çaktırmadan da çöpe atıyordu bazılarını Yapsın diye getirilen boy boy yapbozlar bir köşede unutuldu. Bize iyi niyetle getirilen bütün diğer oyuncaklar gibi tarihin tozlu raflarında yerini buldu. Bir defa makarna boyayalım dedim, makarnaları kıtır kıtır yemeye kalkıştı.
Çünkü oynaması gereken kaşıklar ve tencereler vardı. Boşaltılması gereken çamaşırlar ve ayakkabılıklar, atlamaya çalışılacak pencere ve balkonlar, tırmanılacak koltuklar vardı. O kaptan bu kaba su aktarılması işi çok ciddiydi. Bir de sokaktan tonla dal, taş, çöp toplanmalıydı. Üstüne atlanması gereken kedileri, kovalanması gereken kuşları, yere atılması gereken binbir türlü eşyayı, yalanması gereken asfalt ve çimi de unutmamak lazım. İlk konuşmaya başladığı andan itibaren iki cümlesi hiç değişmedi: “Vaktim yok. Oynamam lazım.”
Bir çok şeyi beklentilere uymuştur. Onları unutmak kolay. Ama farkında olmadan bebekten bazı şeyler beklemişim. Kafamda ağzında emziği, boynunda mendili, sakince annesinin kucağında, beşiğinde agu bugu yapan bir bebek varmış. Bu konuda da tercihleri, söz hakkı olacağı aklıma gelmemiş. Ama bebekler de çeşit çeşitmiş. İlk andan itibaren karakterleri varmış.
Bu beklentilerin çoğu küçük, şekilsel ve önemsiz şeylerdi. Dert edilecek şeyler değildi. Dert etmenin tam tersini yaptık. Bu çocuk çok eğlenceli deyip güldük bol bol. Bitkince elbette.
Sonra büyüdü. Çok şey beklememeyi öğrendik. Aslında o bize öğretti. Çocuk nasıl olmalı deseniz bilmiyorum. Kendi oğlumun nasıl olduğunu biliyorum. Çocuk yetiştirmek bir tanışma ve çocuğun kişiliğini kabullenme hali. Devamlı gelişen bir kişiliği, devamlı yeni şekillerde kabul etmek zor, ama gerekli. Farkında olmadığımız sayısız beklentilerimiz var. Kimi büyük. Kimi küçük.
Beklentileriniz hakkında düşünün. Onların farkında olun. Bu beklentiler çocuk için iyi mi, kötü mü tartın. Bazı beklentiler faydalıdır, ama bazıları sadece bizim kişisel derdimizdir, çocuğa zararlıdır. Çocuğunuzun kişiliği ile taban tabana zıt beklentilerinizi gözden geçirin.
Demire ateş verip su eklerseniz çelik olur. Ahşaba ateş verip su dökerseniz ıslak kül olur. Doğduğu andan itibaren çocuğunuzu gözleyip -kimseyle karşılaştırmadan- temel kişilik özelliklerini anlamaya ve o özelliklere göre hareket etmeye çalışın. Ahşaba ateş vermeyin. Demiri oymaya kalkışmayın.
- Cinsel İstismarı Engellemek ve Cezalandırmak - 02/27/2018
- Ateşi düşürmek zorunda mısınız? - 01/24/2018
- Bir Erkekten Kadınlara Sorular - 01/23/2018