Dört yaşındaki Ekin Kızıltan’ın kurgusu, Barış ve Deniz Bilgen’in dört yaşlarındaki yaşam yorumları bu öyküyü bize getirdi.
Bir varmış bir yokmuş, hem çok uzaklarda hem de çok yakınlarda, hem koskocaman hem de miniminnacık, rengarenk, çiçek kokulu bir dünya varmış. Bu dünyada her insan, önce minicik bir tomurcuk olarak yaşama başlar, giderek renklerini güneşe çeviren ve kokularını çevresine yayan bir çiçeğe dönüşürmüş.
Minik tomurcuklar hele bir de özenle ve sevgiyle büyürlerse, güneşten aldıkları ışıkları bütün çevrelerine yansıtırlar ve yaydıkları güzel kokularla diğer tomurcukları da beslerlermiş. Onların ışıklarından ve mis gibi kokularından, iyi beslenemedikleri için renkleri bir türlü parlayamayan, eskimeye yüz tutmuş çiçekler de beslenir ve pırıl pırıl parlamaya başlarlarmış.
Çiçekler ışıklarını, renklerini ve kokularını başka çiçeklerle paylaştıkça güzelleşir ve güçlenirlermiş. Onları gören, onlara dokunan, onları koklayan her varlık güçlenir ve misler gibi kokarmış.
Bu dünya güzel kokulu, parlak renkli, bol çiçekli ve tomurcuklar içinde, yemyeşil, ışıl ışıl bir dünyaymış!
Mor tomurcuk masmavi gökyüzüne doğru büyürken, diğer çiçeklerden gelen sevgi dolu ışıklar ve kokularla besleniyor ve büyümenin her anının tadını çıkarıyormuş. Çevresinde uçuşan kelebekleri, sinekleri sayıyor, onlarla oyun oynuyormuş. Yağmurla banyo yapıyor, yağmur damlaları sağına soluna düşüp toprağa doğru kayarken, o gıdıklanıyor ve kıkır kıkır gülüyormuş. En çok sarı ve siyah çizgileri olan kocaman tüylü arıyı seviyormuş. Arı vızır vızır çevresinde döndükçe onun da fırıl fırıl başı dönüyormuş.
O, büyüdükçe daha da parlak bir mor çiçek oluyor, güçleniyor ve çevresine daha da çok güç katmanın keyfine varıyormuş. Çiçek haline gelmenin mutluluğu içinde coşuyor, şarkılar söylüyormuş. Mor çiçeğin mutlu şarkılarını dinleyen tüm tomurcuklar, bu şarkıların sıcağında güvenle büyüyor ve onlar daha da güzel şarkılar söylemeye başlıyorlarmış.
Güneş, gökyüzünde mor çiçeğin şarkılarını dinliyor ve her gün izlediği yollara daha da parlak turuncu, pembe, eflatun ve sarı ışıklar bırakıyormuş. Yeryüzüne ulaşan bu ışıklar tomurcukların sevincine sevinç katıyormuş.
Günler, aylar ve yıllar dolu dolu paylaşımlarla geçip giderken, bir gün Mor çiçek yavaş yavaş renklerinin solduğunu ve gücünün azaldığını hissetmeye başlamış. Bu durumdan hiç hoşlanmamış. Burnunu iyice dayayıp koklamış kendisini! Eskisi kadar güzel kokmuyormuş! Şöyle bir bakmış üstüne başına… Eskisi kadar parlamıyormuş artık! Eskidiğini, giderek solduğunu hissetmiş! Oysa o hiç solmak istemiyormuş!
Başını kaldırıp gökyüzüne baktığında tam üzerinden sarı bir kuşun geçtiğini görmüş ve gözlerinin kalan son gücüyle onu izlemiş. Sarı kuş biraz ileride, çeşit çeşit ağaçlarla dolu büyük bahçeye doğru uçup, kocaman bir akçaağacın alçacık bir dalına konmuş ve ötmeye başlamış.
Akçaağaç o kadar güzel, o kadar görkemliymiş ki! Sarı kuş onun beyaz gövdesinin önünde şakır şakır şakıyormuş. Mor çiçeğin tomurcukken duyduğu bir ezgiymiş bu. Mor çiçek, o daha mini mini bir tomurcukken yan bahçedeki ulu akçaağacın söylediklerini yeniden duyar gibi olmuş: “Eskiyen çiçekler artık iyice eskidiklerinde ve solduklarında, onları benim ağaçlarla dolu kocaman bahçeme yeniden ekerler. Eskimiş her çiçeğin ekildiği yerden yeni bir ağaç ve ağacın dibinden de rengarenk yeni çiçekler çıkar. Hiç bir çiçek eskimek istemez ama her yeni çiçek eskisinden daha parlak, daha canlı ve daha güçlü olur, diğer çiçeklere daha güzel kokular getirir, daha çok güç ve daha bol ışık yansıtır. Gün gelip eskidiğinde seni de benim bahçeme ekecekler Mor çiçek.”
Mor çiçek yavaş yavaş kendisinin de yeniden ekilme zamanının geldiğini anlamış. Eskimek, solmak istemiyormuş ama bir yandan da merak ediyormuş, “acaba beni ektiklerinde ne ağacı çıkar benden? Ben bir akçaağaç mı olurum yoksa bir koca çınar mı?”.
Başını kaldırmış, şöyle bir bakmış ağaçların boy boy göğe doğru uzandıkları bahçeye. Koyu yeşil çam ağaçlarının yanında onlardan da yükseklere uzanan mavi çamlar varmış. Dizi dizi yanyana salınan kavak ağaçlarının yaprakları rüzgarda titreştikçe, güneşin ısıtan ışınları yansıyormuş gözlerine Mor çiçeğin. Meyve ağaçları da varmış o bahçede, üstlerinde elmalar, kirazlar, armutlar ve incirler asılı. Binbir çeşit ağaç ve ağaçların eteklerindeki renk renk çiçekler o kadar güzelmiş ki.
Mor çiçek heyecanlanmış, yüreğinde bir sevinç, dalmış gitmiş. İçinden bir ses şöyle diyormuş: “Çiçekler eskirler, solarlar ve akçaağacın bahçesine yeniden ekilirler. Bu hep böyle olacak ama dünyamız hiç bir zaman yalnız kalmayacak çünkü eskiyen çiçeklerin ekildiği yerlerden hep yeni ağaçlar ve yepyeni çiçekler yetişecek.” Süheyla Pınar Alper
*Bu öykü 2008 yılında yayınlanan Başucu Öyküleri/Başucu Düşleri kitabımdandır.
Görseller: Maria Pia Franzoni, Cicely Mary Barker
- Bu Sıkıntının Adı Yas – Scott Berinato’dan Çeviren: Süheyla Pınar Alper - 03/26/2020
- Meditasyon Yapın – Süheyla Pınar Alper - 11/30/2019
- Kandırıkçılık İnancı – Süheyla Pınar Alper - 10/15/2019