Anasayfa / BYBO / Magosa’da Bir Öfke Nöbeti – Süheyla Pınar Alper

Magosa’da Bir Öfke Nöbeti – Süheyla Pınar Alper

Magosa, 1992

…Kadınlar kara gür kuyruğundan yakalayıp bindiler, yeleleri rüzgarın tersine savrularak dört nala gelen kara yağız atların üstüne. Dolu dizgin gittiler, cam çatlatan kahkahalarını güneşe doğru atarak, kum bulutları içinde…

Önce bir kadın görüverdi atının arkasında girip çıkan çatal uçlu şeytan kuyruğunu. Bir çığlıkla diğerlerine duyurdu bunu. Haberi alanlar ve yayanlar, bir zamanda meydanlarda kütükler üzerinde çatır çatır yanarak can verdiler. Haber hele bir de gerçekse durur mu? Tarihin ağzı torba mı ki büzülsün? Yananlar yandı, acılar küllendi, şeytan kuyruğunun varlığını kuşaklar öğrendi.

Zaman geçedursun, kimi kadınlar öykündüler öykülerini dinledikleri şeytan kuyruklu kara yağız atlara ve tüylendiler, atlaştılar, dolu dizgin katıldılar onların koşusuna. Tüylenmiyenler ya da tüylenemiyenler, atlaşmayanlar ya da atlaşamayanlar çift nal darbesiyle yere serildi ve oyun sürüp gitti. Kadın kadını vururken kara yağız atlar üredi, üredi.

Bir gün bir kadın, kara yağız atı götürürken kaynar güneşin altında onu, eğilip baktı atının arkasında sallanan şeytan kuyruğuna. Dayanamadı çekiciliğine, tuttuğu gibi çekti kopardı, bastırdı keyifle yumuşacık böğrüne. At derinden derine inledi. Delişmen koşu giderek erdemli, ağır bir at koşusuna dönüştü. Hava gül koktu.

Kadın kıvrak atının üstünde, kıvrım kıvrım bedeninin keyifli ağırlığını yaymış, salına salına giderken, iki uçlu, çatallı şeytan kuyruğu elini kor tutmuşcasına dağlamaya, çatalın uçlarına bulaşmış parlak sarı sıvıdan yansıyan güneş gözlerini kızgın bir şiş gibi delip geçmeye başladı.

Acı gevşemiş bedenini dalga dalga sarıyordu ki birinci şeytanı fırladı böğründen dışarı:

“Unut gitsin, yok say şunu!” dedi. İkinci şeytanı ensesine bastırdı “Dayan, incele ve anla!”.

Birinci şeytan üsteledi: “Boş ver, gül geçsin!”, ikinci  şeytan direndi:

“Gerçeklerle yaşa!”, “Kaçmadan yaşa!”

Kadın elini ağır ağır uzattı boş böğründekine, avucuyla onu sımsıkı kavradı. Avucunun içi dağlanıyor, havaya yanık et kokusu yayılıyordu. Sıktı, sıktı, sıktı… Birinci şeytan kumsaldaki kum tanelerinin üstüne damla damla damladı, dağıldı. Derin bir soluk aldı kadın. Atını denize doğru mahmuzladı. Eğildi ve buz gibi tuzlu suya önce bir elini daldırdı sonra diğer elindeki iki uçlu çatallı şeytan kuyruğunu suya soktu çıkardı. Artık eli yanmıyordu.

Çatalların üstündeki sarı sıvı çıkmamıştı. Sanki daha bir parlak, daha bir saydam gibi olanı çekici geldi önce. Burnuna doğru yaklaştırdı en parlak ucu ve kokladı. Ciğerlerine mutluluk doluverdi. Dayanamadı, parmağını bulayıp yaladı. Ne tattı o öyle? Aklı başından uçup gitti. Derin, ılık bir keyif kapladı bedenini yeniden. Sevgi, güven ve mutluluk duyguları sardı içini. Kendinden geçti kadın.

Kendine geldiğinde, sanki düşürmemek için iki eliyle sıkı sıkı yapışmıştı şeytan kuyruğuna. Öbür uca bulanmış olan daha da sulu sarı sıvıyı hiç koklamadan, doğrudan parmağına buladı ve yalayıverdi. Tanrım! Nasıl bir ağuydu bu! Apaydınlık dünyası karanlıkların en karasına dönüştü bir anda. Mutsuzlukların en derini, acı ve güvensizliğin kara batağı yutuyordu onu. Bağırmak istiyor, sesi çıkmıyor, attan inmek istiyor, kıpırdayamıyordu. Ensesindeki şeytan kulağına tırmandı “güçlü sensin, o zayıf” diye fısıldadı, “sen bütünsün, o parçalanmış!”. Kadın kıvranıyordu. Kara yağız at dingin koşuyordu. Kadının sivri topukları atın böğrüne saplanırken gırtlağından çığlıklar yükseliyordu: “BOKLU BAL…BALLI BOK…BOK BALI…BAL BOKU…”

Canhıraş kadın haykırışları evrenin her kösesinde yankılanırken ufukta tozların arasından dört nala gelmekte olan atlılar göründü. Önce rüzgarları, sonra şarkıları yetişti kadına. Kadınlı erkekli, ışıl ışıl geliyorlardı.

“ŞEYTAN KUYRUKLU KARA YAĞIZ ATLAR!

GÖRSEL YANILSAMALAR!

BOKLU BALLAR!

BALLI BOKLAR!

ŞEYTAN KUYRUKLU KARA YAĞIZ ATLAR!”

Kadın bıraktı kendini yeni gelenlere… Çevresini sardılar, atını yönlendirdiler, sessizce ve dingin, birlikte yol aldılar akşama değin. Gün boyu kızgın ışıklarıyla onlara eşlik eden güneş gökyüzünü kızıla boyamış, tepelerin ardında yok olmak üzereyken, üstünde iri taş harflerle ESKİ ESERLER MÜZESİ yazan bir Yunan tapınağının önünde durdular. Atlarından indiler birer birer. Atların yularlarını yüzyıllardır göğe yükselen görkemli sütunlara doladılar. Ellerinde birer boklu, ballı, çatallı şeytan kuyruğuyla tapınağa girdiler. İçeride kazanlar kaynıyor, çamaşır suyu kokusu geniz yakıyordu.

Sabaha kadar herkes bir teknenin başında çırılçıplak, acılı, ağıt tuttu, bal yalayıp bok yuğdu. Gece boyunca yaşamın en şen kahkahalarıyla en acı çığlıkları tapınağın duvarlarına çarpa çarpa parçalandı, tuzla buz oldu.

Güneş tepelerin ardından ağır ağır yükselirken sesler ölgünleşti ve sustu. Kadınlar ve erkekler yorgun, bitkin ve sessiz tapınağın önündeki alanda toplandılar. Ağızlarından yeri göğü inleten tek bir ses çıktı: “Şeytan kuyruğu boku yuğmayla çıkmaz!”

…Ve bu güzel insanlar şarkılarını söyleyerek bir geleceğe doğru mahmuzladılar atlarını. Gittiler. Arkalarından buram buram gül kokusu yayıldı evrene.

Sarı toprak alanın ortasında, düşle gerçeğin buluştuğu noktada hiç solmayacak pespembe bir çiçek açtı, açtı, açtı, açtı.

Türk Dili Dergisi, Eylül-Ekim 2009 sayısında yayınlanmış bir öyküm.

Görseller: Tristan Elwell, Amatzia Baruchi, Alexis Lavine

 

 

 

Süheyla Pınar Alper

Diğer Paylaşım

Bu Sıkıntının Adı Yas – Scott Berinato’dan Çeviren: Süheyla Pınar Alper

Scott Berinato’nun 23 Mart 2020de Harvard Business için yazdığı yazının çevirisi (That Discomfort You’re Feeling …

Leave a Reply