20 Kasım 2007de Radikal Yorum’da yayımlanan bir yazım. Değişen ne var?
14 Kasım 2007 tarihli gazetelerde Milli Eğitim bakanının ziyaret ettiği bir özel okulda, öğrencilere ödev dosyalarını kendilerinin yapıp yapmadığı sorulunca bir öğrencinin “babam yaptı” yanıtı üzerine sınıfta gülüşmeler olduğu haberi vardı.
Yıllar önce, ilkokula başladığının üçüncü günü eve gelen oğlum “anne ödevim var yarına” dedi, “mezuro yapacağım”. Öğretmen evdeki mezuroya bakarak, kağıttan bir mezuro yapmalarını istemiş. “İyi bakalım” dedim kendi kendime “bakalım nasıl yapacak, daha parmakları çok zayıf ama uğraşsın bakalım”. Oflaya puflaya uzun uğraşlardan sonra kargacık burgacık, henüz yazı yazmak için gerekli el koordinasyonu olmadan ortaya çıkabilecek, bence en düzgün (!) mezuroyu yaptı oğulcuğum. Ben onun gayretiyle gurur duydum.
Ertesi gün eve yüzü asık geldi. Ağlamaklı bir sesle “arkadaşlarımın hepsi çok güzel şeyler yapmışlar, ben yapamadım” diye söylendi. Üşenmedim ve okula gidip öğretmenin övgülerle sınıf duvarına asarak sergilediği mezurolara baktım. Her biri anne ve babalar ya da abi ve ablalar tarafından profesyonellere taş çıkartacak güzellikte ve temizlikte el işçiliği örneğiydiler.
Bu yalnızca bir örnek. Hepimiz biliyoruz ki özellikle okul öncesi ve ilköğretimde çok sayıda çocuk ödevlerini başkalarına yaptırıp övgü almanın geçerli bir yol olduğunu öğrenerek büyüyor.
Ya lisenin son sınıfında çocuğu olup da dönemin ikinci yarısında doktor raporu almak için koşturan anne-babalar! Biliriz, lise son sınıflar yılın ikinci döneminde boşalır. Herkes raporludur! İlkokulda öğrenilen yalan dolan yaşamın doğal ve gerekli bir parçasıdır.
Üniversite öğrencileri sorarlar “hocam sınava gelemedim, rapor getireyim mi, telafi sınavı yapar mısınız?” Nereden gelecektir bu rapor? Gelip gelmemesi keyfi midir?
Bir yere işi düşen “tanıdık” arar. Tanıdık bulunduğunda aslında hakkımız olduğu halde bir türlü yürümeyen nice işlerimiz yürür tıkır tıkır. Hakkı olmadan tanıdıkla ve parayla iş yürütenlerden hiç söz etmiyorum zaten, onlar konumuzun dışında.
Doktora tanıdıkla gitmek bambaşkadır. İyi iş tanıdıkla bulunur. Devlet dairelerinden alacağın basit belgeler ancak tanıdık aracılığıyla vaktinde ve insanca muamele görerek alınır.
Öğrenci istediği öğretmenin sınıfına tanıdık aracılığıyla yerleştirilir.
Öğrenci haksızlığa dilekçe vererek çözüm bulmaya çalışırsa dilekçesi çoğunlukla tozlu raflarda kalır ancak torpilli veli aynı haksızlık için tehditlerle harekete geçer ve sonuç alır.
Hastanedeki hastanızı binbir yalanla ya da tanıdık yardımıyla ziyaretçi saatleri dışında ziyaret edebilirsiniz.
Yani kurallar sürekli olarak geçersiz kılınır ya da uygulanmaz. İnsanlarımız ahlaksız olduğu için değil! Başka türlü var olamadıkları için bu böyledir! Yaşamın bir çok alanında normal haklarını elde etmenin ve dürüstçe yaşamı sürdürebilmenin bir parçası haline gelmiştir bu dürüst olmayan yollar. İstisnalar vardır elbet ama onlar yalnızca istinadır. Genel geçer yollar yukarıda anlattıklarımdır.
Herkesin çocuğunun ana-babasının yaptığı ödev sayesinde övgü aldığını gören ana-babalar kendi çocuklarının eksik kalmasını istemezler. Hakkınız olan işlemlerin hızlı yürümesi sizin de ihtiyacınızdır ve bunun için gerekeni eğer gücünüz varsa siz de yaparsınız.
Çocukların hepsi rapor alıyorsa, siz de kendi çocuğunuza bir rapor bulmak için çırpınırsınız, bu işin yolu budur! Ne yapacağını soran öğrenciye zaten okul yönetimi de “bir yerden rapor bul” der!
Hastanedeki hastanıza bakım sağlamak zorundaysanız, bazı özel ihtiyaçlarını ulaştırmak zorundaysanız, kapıdan da başka türlü geçemiyorsanız, ya yalan söyler ya da ‘tanıdık’ bulursunuz!
Gençler ve çocuklar kurallara aykırı davranmanın bir kural olduğunu yaşayarak, sahtekarlığı ve çıkarcılığı normalleştirerek öğreniyorlarsa bu koşullarda yetişen bir gençlikten ne bekleyebiliriz ki?! Onlara kızma hakkımız var mıdır yalan söylediklerinde? O genç beyinler ve taze yürekler ahlaki değerlerin bu kadar karmaşıklaştığı bir ortamda yanlışın nerede başlayıp nerede bittiğini nasıl öğreneceklerdir,değerlerini nasıl bulacaklardır? Bulsalar nasıl koruyacaklardır?
Her gün yaşadığımız bu basit örneklere bakınca ahlaki değerlerimiz neden yitiyor diye şaşırmamak gerekir.
Bu yaşam biçiminin içinde dürüstlük, içtenlik, dostluk, eşitlik, adalet, yansızlık, hoşgörü gibi değerler giderek artan bir hızla erozyona uğramaktadır… Farkında olarak ya da olmayarak yalan, dolan, çıkar ilişkileri, şiddet, cinnet, linç, intikam pompalanmaktadır genç damarlara!
Bu konuda konuşulacak ve yapılacak çok şey vardır ancak bu yazı konuya dikkat çekmek ve TV kanallarına temel bir çağrıda bulunmakla sınırlıdır:
Televizyonlarımızda gösterilen yerli olsun yabancı olsun tüm dizi ve yarışma programlarının bilinçli bir özenle seçilmesi, hoşgörü, dostluk, adalet, eşitlik, yansızlık, sevgi, dayanışma ve dürüstlük gibi değerleri anımsatan, pekiştiren dizi ve programların arttırılması zorunludur. Değerlerin yok olup gitmesine daha fazla seyirci kalmak istemiyorsak televizyon gibi yaygın kullanımı olan bir “eğitim” aracının uzmanlarca etkili bir biçimde devreye sokulması toplumumuzun acil ihtiyacıdır. Bu ihtiyaç yerine getirilmediği sürece çocukları ve gençlere görsel medyadan korumanın yolları araştırılmalı ve bulunmalıdır.
Programlar arasında dışarıdan verilen ve sürekli tekrarlanan özdeyişler ve atasözleri gibi reklam nitelikli, bir kulaktan girip diğerinden aynı hızla çıkan iletilerden bir sonuç beklemek cahillik ya da boş vermişlik olur. Gençlerin ve çocukların özdeşleşebildikleri, derinliği, sanatsal değeri olan nitelikli kısa ve uzun filimler, bu değerlerin vurgulandığı oyun ve yarışma programlarına yatırım yapılmalıdır. Bu konuda danışılabilecek nice nitelikli eğitimcilerimiz, psikologlarımız ve yapımcılarımız vardır. Yeter ki onlar devreye girebilsin ve bu amaca yönelik görevlendirilsin.
TV kanalları yayınladıkları programların çoğunluğu kapsamında, kaybolan değerlerin tazelenmesine ve yeniden filizlenmesine yönelik ortak tavır alırsa bu konuda anlamlı bir yol alınabilir, bu mümkün. Eğitim ve bilgi, insani değerlerle bütünleşmedikçe en büyük insani değerimiz olan sevginin yolu tıkanır ve o yol tıkandığında hepimize, herşeye çok yazık olur; o yol tıkandığında kurtulan olmaz.
Görseller: Marc Arsenault, Rene Magritte
- Bu Sıkıntının Adı Yas – Scott Berinato’dan Çeviren: Süheyla Pınar Alper - 03/26/2020
- Meditasyon Yapın – Süheyla Pınar Alper - 11/30/2019
- Kandırıkçılık İnancı – Süheyla Pınar Alper - 10/15/2019