Anasayfa / BYBO / Duygu Okuryazarlığı – Süheyla Pınar Alper

Duygu Okuryazarlığı – Süheyla Pınar Alper

Duygusal zeka, etkili iletişim ve şiddetsiz iletişim yaklaşımlarının giderek yaygınlaşmakta ve yalnızca zihinlerde değil, yüreklerde de yer edinmekte olduğunu görmek, benim gibi 1970li yıllarda bu becerilerin çoğuyla tanışmış ve yıllar içinde inançla ve sevinçle, karınca kararınca bu yaklaşımları uygulama ve yayma çabasında olan biri için anlatamayacağım kadar büyüleyici, mutlandırıcı bir durum. Bir zamanlar bu kavramların önemini ve değerini ben anlattıkça sorgulayan kişilere ve gruplara eğitim verirken, günümüzde aynı kavramları anlatanların, öğretenlerin ve bu kavramları yaşamına alanların sayısının giderek arttığını görmek, bana bir rüyanın adım adım gerçekleştiğine tanık olmak gibi bir duygu veriyor.

Bugün, ‘duygu okuryazarlığı’ndan söz etmek istiyorum. Duygusal zeka, etkili iletişim ve şiddetsiz iletişimin özünde,  gerek kendi duygularımızı, gerekse başkalarının duygularını duymak, anlamak, ve karşılıklı ihtiyaca göre bu anlayışımızı hissettirmek ya da ona göre davranışımızı seçmek vardır.
 Daniel Goleman, duygu okuryazarı olmak için kendimize iletişim anında iki soru sormamızı öneriyor: 1. Ne hissediyorum? 2. O ne hissediyor?İletişimde tıkandığımızda ya da daha derinleşme ihtiyacı duyduğumuzda soracağımız bu iki basit soru aslında göründüğü kadar kolay yanıtlanamayabilir çünkü bu, uygulaya uygulaya edinilebilecek bir beceridir.
Yaklaşık 30 yıldır güncelleyerek vermekte olduğum Duygusal Zeka, Etkili İletişim, Kişilerarası İletisim, Şiddetsiz İletişim odaklı derslerimde ve sunduğum çalıştaylarda katılımcılara belli konularda ‘şu anda ne hissediyorsunuz?’ sorusunu yönelttiğimde, genel olarak duygularımızı gözardı ederek yetiştiğimizden olsa gerek, aldığım yanıtlar ‘bence böyle olmalı’, ‘sanırım yanlış düşünüyor’, ‘ona nasıl bir yanıt vermeliyim ki ikna edici olayım diye düşünüyorum’ türünden olmuştur; yani duygular yerine düşünceler ifade bulmuştur. Son çalışmalarımda bunun değişmekte olduğunu sevinerek gözlemliyorum.
Davranış, duygu ve düşünce birbirinden farklı olgular olmakla birlikte, her biri bir diğerini etkileme gücüne sahiptir. Yani duygular düşünceleri etkileyebilirken, düşünceler duyguları etkileyebilir; bu ilişki aynı zamanda beden ve davranış için de geçerlidir. Bu çaprazlama ve karmaşık etkileşimde olguların her biri diğerini karşılıklı olarak etkileyebilirken en güçlü etkinin duygulardan geldiğini gözlemlemiş ve bu konuda çalışmış bilinen isimler Daniel Goleman, Thomas Gordon ve Marshall Rosenberg’dir.
Duygularımız ihtiyaçlarımızı belirlerken, ihtiyaçlarımızın karşılanması ya da aç bırakılması da doğrudan düşüncelerimize ve davranışlarımıza, hatta bedenimize de yansıyabilir. İşte bu gerçek çerçevesinde kendi duygularımızı ve başkalarının duygularını fark etme kaslarımızı çalıştırmak gerekir. Bunun yolu da bu iki soruyu kendi kendimize sorarak o kası güçlendirmekten geçer; tıpkı boynumuzu dik tutabilmek için ve boyun ağrılarından kurtulmak için zayıf kalmış boyun kaslarını çalıştırır gibi alıştırmalar yapmak gerekir.
Bu iki soruyu her seferinde biraz daha hızlı yanıtlayabildiğimizi görmek, bir yandan bu kasın geliştiğini gösterirken bir yandan da onu ne kadar ihmal ettiğimizin de işaretidir. Bu soruları yanıtladıkça duygu farkındalığımız artar ve iletişimde doğru odaklara yönlenir, hedefimiz doğrultusunda hareket edebilme olanağını bulmuş oluruz – ki bu da duygusal zekanın temel adımlarından biridir.
‘Ben ne hissediyorum?’ sorusunu yanıtladıkça duygularımızı ve bu duygulara bağlı ihtiyaçlarımızı ‘ben dili’ kullanarak ifade etmenin kapısı aralanır. ‘Ne zaman yiyoruz?’ yerine ‘çok açım, kan şekerim düşüyor, onun için bir an önce yemek istiyorum’; ‘sen ne yaptığını sanıyorsun?’ yerine ‘bu davranış hoşuma gitmedi, bu konuda başka ne yapılabilir, onu merak ediyorum’ gibi tepkiler verebiliriz. Ben dili aslında kendimizi ifade ederken duyulma olasılığımızı arttıran ve kendimizi de daha iyi hissetmemizi sağlayan basit bir araçtır. Formül basittir: Suçlamak ya da emretmek yerine koşullara uygun sözcükleri seçerek duygumuzu, ihtiyacımızı ve nedenini dile getirebiliriz.
Kendi duygularımızı fark ettikçe kendimize dair farkındalıklarımız da artacaktır. Bu, her fark ettiğimiz duygunun ben diliyle ifade edilmesi gerektiği anlamına gelmez. Duygunun ifade edileceği yer vardır, ifade etme biçimi vardır. Pek çok konuda olduğu gibi neyi, nerede ve nasıl yapacağımıza aklımızı ve sağduyumuzu kullanarak karar verebiliriz. Önemli olan fark etmektir. Ancak duygumuzu fark edebildiğimizde, o bizi yöneteceğine bizim onu yönetme şansımız oluşur. Yani güçleniriz. Bunun yan etkisi de ilginç bir şekilde kendimizi çok daha iyi hissetmemizdir. ‘Evet ya, kızgınım’, ‘evet ya, çok canım sıkıldı’ demeyi hiç denediniz mi? Bazen bir an, bazen bir süre daha kötü hissetseniz de,  kötü hissetmeye izin verdiğimizde, genellikle o duygunun içinden geçer, diğer yanından çıkarız. Bazen o çıkış zorlu bir yoldan geçmek anlamına gelse bile, sonu aydınlıktır, yeter ki duyguyu kabul edelim, hissedelim.
‘O ne hissediyor?’ sorusunu kendimize sorduğumuzda ise karşımızdaki insanlara sınırlı bir pencereden bakmak yerine, çok daha derinlemesine bakma ve anlama olanağımız olur. Sorun çözümlemede kolaylık yaşanır çünkü görünen sıkıntıların daha da derini görülebilir. Karşımızdakinin duygusunu fark ettiğimizde ona empati yapabilme olasılığımız ya da duruma göre, kendimizi korumaya alma şansımız artar. Olumlu konuşup da kafasının ardında karanlık işler planlayan, ya da konuşmasını çok bilemeyen ama yüreğinden karanlık geçmeyen insanları ayırd etmek kolaylaşır. 
İletişimi derinleştirmek ya da anlaşmaya, uzlaşmaya varmak istediğimizde empati yapabilir, böylece hedefimize ulaşma şansımızı arttırır, iletişimi de zenginleştirmiş oluruz. Empati bazen yalnızca dinlemek ve duyguları yansıtmakla mümkün olabilir ve hedefe ulaşma amacıyla salt teknik olarak da kullanılabilir. Örneğin bir işi bir an önce halletmek için birine ‘Çok yorulmuşsun sen, artık bitsin istiyorsundur herhalde’ dediğimizde kişi gerçekten yorgunsa bu ona iyi gelecek ve bizim işimizi yapmaya yatkın hale gelecektir, evet. Ne var ki burada hem ahlak, hem de akıl devreye girer. Ahlak ve akıl kişiye göre değişebilir; bu gerçeği de gözardı etmemekte fayda var.
Empatiyi yalnızca teknik olarak kullanmak karşımızdakine zarar vermediği sürece bence sorun yoktur; ama insanları kullanma amacıyla yola çıkanlar için uyarım şudur: İnsanlar aptal değildirler ve siz empatiyi içselleştirmez, gerçekten hissederek empati yapmazsanız, bir sıçrarsınız, iki sıçrarsınız, sonunda yakalanırsınız. Dolayısıyla geçici ilişkilerde değil de kalıcı ilişkilerde bu yaklaşımı uygulayacaksak, içtenlik (yani gerçekten, içtenlikle anlama çabası) en temel kuraldır.
İlginç ama insan kendi duygularını fark ettikçe başkalarının duygularını da daha kolay fark eder olur. Duyguları fark etmek için usanmadan bu konuda emek harcandığında artık bu fark ediş sıradan bir hal alır ve içselleşir. İşte o zaman güçleniriz, çünkü hem kendimizle hem de çevremizle olan iletişimimizin kalitesi yükselir ve hayatımızı değerlerimiz ve ihtiyaçlarımız doğrultusunda, kendimiz açısından tutarlı bir şekilde yaşamaya adım atarız.
Duygu okuryazarlığı, sorunları daha verimli bir şekilde çözebilmeyi, hayatın zorlu anlarıyla daha kolay baş etmeyi, olumsuzlukları çözümsüz bırakmak yerine konuşarak, düşünerek, hissederek yaşamayı ve olabildiğince yaşamı ıskalamamayı sağlar. Bu öğrenme süreci bir başladı mı, adım adım hayatımıza sızar ve hayatın pek çok alanında ışık tutup yol gösterir. Daha ne olsun?
Görseller: Michael Lang, Julia Watkins, Nidhi Modhiya
Süheyla Pınar Alper

Diğer Paylaşım

Bu Sıkıntının Adı Yas – Scott Berinato’dan Çeviren: Süheyla Pınar Alper

Scott Berinato’nun 23 Mart 2020de Harvard Business için yazdığı yazının çevirisi (That Discomfort You’re Feeling …

Leave a Reply