İki Ülke Arası Panik Atak…
Geçen hafta günlüğümü en heyecanlı yerinde ¨Ama neden?¨diyerek sonlandırmıştım. Bu hafta kaldığım yerden devam ediyorum. Ağrılarımı arkama aldım ve o zorlu kararı verip, annemlerin endişesini de bertaraf edip, uçağa bindim ve kabus böylece başladı. Heathrow havaalanına indiğimde başım dönüyor, halsizlikten yere her an yığılacak gözlerle Oxford Otobüs terminaline yürüdüm, yürüdükçe yol uzadı, hedefe bir türlü varamadım. Meğer adımlarım kaplumbağa hızıyla olduğundan, güvenlik görevlilerinin de dikkatini çekmişim. Neyse durumu anlattım, tekerlekli sandalye ile beni otobüse kadar götürdüler. Sanırım İngiltere maceramda ilk ve tek İngiliz desteği buydu.
İstanbul-İzmit mesafesinde Londra- Oxford mesafesini uyuyarak geçirdim, uyandım; perondan yine ilk ve son kez taksiye binip, eve gittim. Günlerden Çarşamba, saat akşamın 8.i; ev hali uykuya hazırlanıyorken, kapıyı çaldım. Inanmayacaksınız o cadı Eve boynuma atladı, Sean her zamanki ağırlığı ile uzaktan “hoşgeldin” dedi. Anne Rachel ise tebessüm etti. Sanırım beni özlemişlerdi, sevindim ☺.
O gece Rachel’a hastalandğımdan, hala ağrım olduğundan bahsettim. Babaanne stili bez eczane çantamdan ilaçlarımı çıkarıp, gösterdim. Şaşırdı ve “neden geldin?, iyileşip, gelseydin” dedi. Kalakaldım, kızmıştı… geldiğim için kızmıştı. Bense mağdur olmaları ihtimaline dayanamadığımdan koşarak gelmiştim. (tamam uçak biletimi yakamayacak olmam da sebepti ama 2. Sırada kalırdı). Oysa anne kucağını bırakıp, senin egoist evine bayılmıyordum. Ama huyum kurusun – gerçekten kurusun- sorumluluk duygum beni hep esir alıyordu. Önce kendim gerçeğini uçak kalkış eğitimlerinde bile söylüyorlardı ya, ben beceremiyordum.
Odama çıktım, kapıyı açtıktan sonra 1 adım ile yatağıma ulaşma lüksüm olan, evin orjijnalinde tuvalet olan küçücük odamda uykuya dalmak için sabırsızlanıyordum. Bu arada bağırsaklarım gurul gurul, midem altüst, açlıktan bitap düşmüştüm. Önce ablamı arayıp, iyiyim geldim, süperim, hiç ağrım yok ki yalanlarını attıktan sonra uyudum, uyumuşum baygın gibi… Gece bir ara ağrı ile uyandım; yine sağ kasıkta, gümbür gümbür vuran bir ağrı; yine uyuyakalmışım. Sabah 7 kalkma ve kahvaltıyı hazırlama saatim; kalkamadım, uyandım ama kalkamadım. Ağrım çok, bedenim yaprak gibi halsizdi. Rachel yine çok kızdı. Herkes toparlandı, çıktı. Bende evde yalnız kalmanın korkusu ile çarpıntı başladı. Kalbim ağzımda gibi atıyordu, nefes alamıyor, yalnız öleceğimden korkuyordum.
Bu korku ile 2-3 aydır tanıdığım birkaç Türk arkadaşımı aradım, gelmediler; okuldayız dediler, iş dediler, zaman yok dediler, biz çoktan İngiliz’e bağladık dediler ve gelmediler.
Akşam oldu, ben yataktan hiç kalkamamış, hiçbirşey yememiştim. Ev ahalisi geldi, kimse kapımı tıklatıp, halimi sormadı, gece oldu, hepsi uyudu, ben kalakaldım. Ablam ile Skype’dan konuştuk, durumu daha fazla saklayamadım; çok kötüyüm dedim, gelin beni alın dedim; dedim ve bütün aileyi ayağa kaldırdım. Biraz sonra dayım aradı; en rahatlatıcı konuşmayı yapmıştı. Bana sürekli “Sadece 3 saat uzaklıktayız, hemen gelebilirim” diyip duruyordu. İngiltere’den henüz dönmüştü, vizesi vardı; çok rahatlamıştım. Amcam İngiltere’de yaşıyor ama bana çokca uzaktı ve ben hastalandığımda Avrupa’daydı, o da durumu öğrenip, deli gibi beni arayıp, akıl veriyordu. Iki kuzenim de Londra’da yaşıyordu; biri ile görüşüyordum, ondan gelip, beni almasını istedim; Londra’da değilim dedi ama arkadan kızının sesi geliyordu; çok üzüldüm ve paniğim katlanarak arttı ☹. Kesinlikle yalnız ölecektim.
Ablam o dönem reikiye çok sarmış, beni gruptan en sevdiği kişiyle konuşmaya ikna etmişti. Bütün gece bana “Pozitif ol, olumlu düşün, hastalıkları bedenimden atıyorum” gibi telkinlerde bulundu ama benim ihtyacım güvenebileceğim 1 kişiydi, sadece yanımda olacak 1 kişi ; eş dost olması gerekmiyor; benimle ilgilenmesi yeterdi. Korkunç bir korku duygusu ile yattım ve sabah yine kusarak uyandım. Bedenimde su kalmamış, hızla kilo veriyordum; baktım olmayacak kayıtlı olduğum kliniğe kelimenin tam anlamıyla sürünerek gittim. Elimde ilaçlarım, SSK karnem ve bir sözlük ile… Neyse ki anlaştık ve acilen hastaneye yatmam gerektiğini, ciddi bir enfeksiyon geçirdiğimi söyledi. Ilk aklıma gelen bulaşıcı olup olmadığı idi; değil dedi. Sağ kasıktaki ağrımdan bahsettim, apandist mi diye baktı; değil dedi. Ve ve bilinen şeyi o da söyledi: Bir jinekologa git!!! Off yine mi ? Tabii ki de gitmedim, sigortam kapsamıyordu ve İngiltere’de doktor parası, TR de araba parasına denk gelebiliyordu.
Eve geldim, akşam oldu, kuzenimi yeniden aradım; “GEL” dedim, bağırarak, ağlayarak, yalvararak…
Geldi, bir Cuma akşamı beni aldı, yanımda küçük bir çanta ile çıktım; Rachel ile çok kötü ayrıldım. Çocuklara veda bile edemedim; 4 bavul eşyam hala o evdeydi; sadece tedavi olup, dönecektim. Arabaya bindim, bindiğim gibi bütün ağrılarım geçti, çarpıntım durdu; yüzüm güldü. Birkaç gün kuzenimde kaldım, herşey yolundaydı; biraz halsizdim ama gayet iyiydim. Sanki 2 gün once öleceğini sanan kişi ben değildim.
Herşey psikolojik miydi?
Hastaneye yatmaktan bahsedilirken, bir anda kendimi güvende hissedince iyi mi olmuştum?
Dönse miydim Oxford’a? yoksa kalsa mıydım Londra’da? Ve tabii hala Türkiye aklımın bir ucundaydı ama bakalım mide bağırsak ikilisi neye karar verecekti…
Haftaya görüşmek üzere…
Nazlı
- Evde Cilt Bakımı - 10/31/2017
- Çocuğumun Bağışıklık Sistemini Nasıl Güçlendiririm? - 10/23/2017
- Çocuğun Şiddet Eğilimlerini Nasıl Yok Edebiliriz? - 10/10/2017
Ah kıyamam sana, çok zor zamanlar yaşamışsın. Geçmiş olsun diyeceğim ama geçmiş zamanı anlatıyorsun. Umarım çabuk atlatmışsındır o zamanları. Öpüyorum.
çok teşekkürler Derya… hayat işte her adımında öğretiyor, öğretiyor da anca geçmişe bakınca anlıyorsun, vaktinde güçlü olsaydık, hayat başka kaderler çizerdi; kısmet böylesiymiş
Devamını sabırsızlıkla bekliyorum
🙂 geliyor birkaç güne…