Anasayfa / Yazarlar / Aysuda Kölemen / MÜNİR ÖZKUL, MAHMUT HOCA VE BABALIK

MÜNİR ÖZKUL, MAHMUT HOCA VE BABALIK

 Münir Özkul gerçekte kimdi, nasıl bir insandı bilmiyorum. Ama şunu biliyorum. Münir Özkul’un hayata büründürdüğü Mahmut Hoca bizim hakkımızda çok şey söylüyordu. Yıllardan sonra Hababam Sınıfı’nı kim bilir kaçıncı kez izlerken, bu sefer haylazlıklar ve komedi değildi benim en çok dikkatimi çeken, Mahmut Hoca idi. Münir Özkul’un canlandırdığı karakterlerin nasıl da bitmiş bir dönemin haysiyetli insanlarını, ideallerini temsil ettiği hakkında çok yazıldı. Ama başka bir şey daha vardı Mahmut Hoca’da. Öyle ki, Hababam Sınıfı’nı izlerken Rıfat Ilgaz’ın yetim olduğunu düşündüm. Yetim olmalıydı. Gerçekten de çocuk yaşta yetim kaldığını öğrendim. Karar verdim ki, Rıfat Ilgaz bir yetim olarak, kendisi için, bütün yetimler için Mahmut Hoca’yı yaratmıştı (ya da Hababam Sınıfı’nın taktığı lakabıyla Kel Mahmut). Hikayenin ana karakteri Mahmut Hoca idi, hikaye onun okula gelişi ile başlıyor ve onun hastalanıp iyileşmesi ile sona eriyordu.

Mahmut Hoca, babalık ile ilgili çok şey anlatır bize. Hababam sınıfı öğrencileri manevi yetimlerdir aslında. Aileleri onları Anadolu’dan İstanbul’a göndermiştir, daha doğrusu başlarından savmışlardır bu belaları. Yatılı özel okulsa, karlı olacak kadar bir miktar para karşılığında bu sorunlu çocukları kabul eder ve eğitmeden, geliştirmeden, sadece başlarına ciddi bela açmalarını engelleyecek kadar sahip çıkar onlara. Onlar zaten işe yaramaz adamlar olarak gözden çıkarılmıştır, bunu kendileri de bilir. Bütün şamatanın altında terk edilmişlik hissi hakimdir Hababam Sınıfı’na. Bunu Ferit’in karakterinin evlilik ve babalık hikayesinde de belirgin şekilde görürüz.

Hafize Ana hikayenin annesidir. Hem de Türkiye’de idealize edilen bir anne tiplemesidir. Çocuklarını onların en zararlı davranışlarını destekleyecek şekilde, biraz sorumsuzca ama sınırsızca ve koşulsuzca seven bir anne; bütün kabahatlerini babadan gizleyen, sadece mutluluklarını düşünen, yavrularına “kıyamayan” bir anne.

Okuldaki hocalar ise genellikle ileri yaş nedeniyle, boş vermiş ya da etkisizdirler. Bu yaşta çalışmak zorunda kalmalarından da anlarız ki, sistem onları da ortada bırakmıştır, diledikleri gibi bir emeklilik geçirmek yerine, yıllanmış bilgileri ve artık keskin olmayan hafıza ve duyularıyla onur kırıcı bir şekilde ders vermek zorundadırlar. Öğrencileri çok önemsemedikleri de bellidir. Otorite kurmak isterler, kendilerini ispatlamak isterler, öfkelerini kusmak isterler, geçmişi anmak isterler. Ama öğrencileri umursadıklarını gösteren bir işaret yoktur. Hababam sınıfı onlar için de ciddiye almadıkları bir kayıp vakadır. Sonra Mahmut Hoca gelir. Mahmut Hoca başkadır. Öğrencilere önce katı gelir, ama aslında değildir. Mahmut Hoca hikayenin başından sonuna değin pek değişmez, ama seyircinin ve öğrencilerin onun hakkındaki algısı değişir. Onu önce yanlış anlar öğrenciler. Daha önce muhattap oldukları çoğu hoca gibi otorite kurma peşinde olduğunu düşünürler. O nedenle onun otoritesine karşı gelmek onlara zevk verir. Ancak çok geçmeden fark ederler ki, Mahmut Hoca otorite kurmak için değil, onların sınıflarını geçmelerini, başarmalarını, “insan” olmalarını istediği için, yani onların başarabileceğine inandığı, onları sevdiği için sert davranmaktadır onlara. O dönemler bugünkü Holywood yoktur, insanlar ilham veren konuşmalar vermez ve beklemez. Mahmut Hoca sevgisini içinde yaşar, çok süslü ifade etmez, mesleğine, insanlara verdiği emekle dolaylı yoldan ifade etmeye çalışır. İnsanların bunu -o belirtmeden- anlamasını beklediği için de, hep hayalkırıklığıyla yaşar.

Çocuklar yetimse, Mahmut Hoca da çocuksuzdur. (Elbette geçmişinde hüzünlü bir aşk hikayesi vardır, buna kuşku duyulur mu?) Bu bir ayrıntı değil, tesadüf değil, temel bir özelliğidir karakterinin. Çünkü o öğrencilerinin müdürü, öğretmeni değil babasıdır, hep özledikleri baba. Onlar uzakta bir baba bilirler. Para kazanıp, oğlu okusun diye gönderen. Oğlunu karşısına oturup konuşmamış, dinlememiş, şevkat göstermemiş babalardır bunlar. Baba hayatlarında otoritedir sadece. Mahmut Hoca’yı yavaş yavaş keşfederler. Önce ondan korkmayı öğrenirler, ama sonra onun herkese ne kadar saygılı davrandığını fark etmeye başlarlar. Sonra o saygının temelinde derin bir sevgi ve merhamet olduğunu keşfederler. Mahmut Hoca’nın kendilerini ciddiye aldığını, dert edindiğini, onlar için kaygılandığını, onları yönlendirme çabasının bu kaygıdan kaynaklandığını fark ederler. Ve Mahmut Hoca hasta olur. Son sahnede, yıllarca görev yaptığı okullardan mezun olan pek çok öğrencisinden çiçekler, mesajlar doldurur hastane odasını Mahmut Hoca’nın. Bu sahne bana gerçekten çok bir hayal sekansı gibi gelir. İdealist, haysiyetli insanların öğütüldüğü bir memlekette ideal ve haysiyetinden taviz vermeden yaşayan birinin kalp acısının, hayalkırıklığının üstüne örttüğü ufak bir fantezi.

Ama zaten Hababam sınıfı baştan aşağı bir fantezidir. Komiktir, ama daha önemlisi kan bağı olmayan bir aileyi koyar karşımıza. Birbirine sonuna bağlı kardeşleri; çocuklarına karşılıksız sevgi veren bir anneyi; onlara hem disiplin sağlayan, hem de sevgi ve şevkat gösteren, tüm hayatını onlara adayan, hayatının merkezine onları koyan ve orada olan -her gün ve her akşam orada olan- bir babayı. Arada bir serzenişte bulunsa da, kabahatleri karşısında sinirlense ve ceza verse de, o da koşulsuz sever çocuklarını. Bütün kusurlarıyla sever onları. Gerçek hayatta azdır böyle babalar, çok azdır. Hababam Sınıfı bir fantezidir. Asla babasının hayatının merkezinde olmayacak, babasının otoritesine tabi yığınlar için, Mahmut Hoca’nın buruk gülümsemesi, çocuklara bakarken gözlerinin parlayışı, onları başkalarına karşı kararlı savunuşu, affedişi, sevişi iç ısıtıcıdır.

Hababam Sınıfı bu kadar karşılık bulduysa bunca nesil, Mahmut Hoca’nın yetim kalplerde doldurduğu boşluğun da bunda az payı yoktur. Nice evler vardır ki babaların sadece bedeni durur içerde. Babalar, Mahmut Hoca’ya bakmalıdır. Her zaman doğru şeyi yapmaz, ama her zaman çocuklar için en iyisini yapmaya çalışır. Çocuklardan daha iyi bildiğinden emin olsa da onların uzun dönemli çıkarlarını, onları yönlendirmeye çalışır, ama en aykırı hayat kararlarına dahi saygı gösterir. Mahmut Hoca silah taşımaz. Gelenek ve töreden bahsetmez. Delikanlılık yapmaz. Raconu yoktur, devamlı onurdan, erkeklikten bahsetmez.
Kimseyi ezmez Mahmut Hoca, ama hele bir ezmeye çalışın, hele bir çocuklarını ezmeye çalışın, dimdik dikilir karşınıza. Neye dayanarak peki? Parasına, makamına, ailesine değil. Neye dayanır Mahmut Hoca? Haysiyetine. Odaya girer girmez belli etmez kendini Mahmut Hocalar. Zamanla tanırız. Bizden çok şey beklemezler, sadece biraz vefa. Boşuna değildir bu kadar sevilmesi. Ailenin hiyerarşik bir iktidar yapılanması olarak kurgulandığı bir toplumda, bambaşka bir babalık, erkeklik sunar bize. Sadece mümkün değil, istenir kılar hem de. Çatısının altındakilerin sorumluluğunu üstlenir. El alem çocuğunu ayıplandığında ona arkasını dönmez, onun elinden tutar, bağrına basar. Çünkü dünyaya karşı çocuğunun yanında duracak kadar cesurdur. Bu sıradışıdır.
Hepimiz Mahmut Hoca gibi olmalıyız ki çocukların ruhları yetim kalmasın. Sevilmenin, bir babanın dünyasının merkezinde olmanın huzuruyla büyüsünler, yetişkinliği kaldırabilsinler. Hep anneliğin konuşulduğu, yüceltildiği, eleştirildiği bir dünyada, çok kolaydır babaların, babalığın önemini gözden kaçırmak. Rıfat Ilgaz bize Mahmut Hoca’yı vermiştir, milletimizin kurgusal babası olarak. Münir Özkul onu ete kemiğe büründürmüştür. Hem de ne muhteşem şekilde. Alıp kalbimize koyalım diye, sevelim diye, öykünelim diye…
Aysuda Kölemen

Diğer Paylaşım

Kandırıkçılık İnancı – Süheyla Pınar Alper

‘Impostor syndrome‘ kavramı dilimize ‘kimlik hırsızlığı’ sendromu olarak çevrilmiş. Kimlik hırsızlığı gerçekten bir hırsızlık eylemi düşündürüyor, …

Leave a Reply